Günümüzde Avrupa’da yaşayan her 8 kişiden 1’i (53 milyon kişi) potansiyel nehir taşması riski bulunan bölgelerde yaşıyor. Bu oran gün geçtikçe artıyor: 2011 ila 2021 arası riskli nüfus yaklaşık 1 milyon arttı.

Elif Gökçe ŞAHİN gsahin@alumni.harvard.edu

Avrupa Çevre Ajansı (EEA) Mayıs ayında “İklim Değişikliği Etkilerinin Avrupa’daki İnsan Sağlığına Etkilerine Cevap Vermek: Seller, Kuraklıklar ve Su Kalitesine Odaklan” (Responding to climate change impacts on human health in Europe: focus on floods, droughts and water quality) adlı bir rapor yayımladı. İklim değişikliğinin su ile ilgili etkilerinin sağlık ve refah üzerindeki etkilerinin incelendiği raporda; ölümler, yaralanmalar, salgın hastalıklar ve akıl sağlığı gibi konular irdeleniyor.

Raporda ortaya konan bulgulardan bazıları şu şekilde:

  • 1980 ile 2022 yılları arasında 32 Avrupa ülkesinde; 5.582 sel sebepli ölüm gerçekleşti.
  • Günümüzde Avrupa’da yaşayan her 8 kişiden 1’i (53 milyon kişi) potansiyel nehir taşması riski bulunan bölgelerde yaşıyor. Bu oran gün geçtikçe artıyor: 2011 ila 2021 arası riskli nüfus yaklaşık 1 milyon arttı.
  • Güney Avrupa nüfusunun %30’u sürekli su stresi yaşıyor.
  • Avrupa’daki 9 hastaneden 1’i nehir taşma riski olan bölgelerde bulunuyor.
  • İklim değişikliği sebebiyle Avrupa halkı, iklim değişikliğinin su ile ilgili etkileri ve bunların olumsuz sağlık sonuçlarıyla çok daha fazla karşılaşacak.
  • Yaşlılar, çocuklar, sağlığı zayıf olanlar, düşük gelirli gruplar, çiftçiler ve acil servis çalışanları sellerden, kuraklıklardan, orman yangınlarından ve su sebepli bulaşıcı hastalıklardan en çok etkilenen kesimler.
  • Artan su talebi ve kuraklıklar nedeniyle neredeyse Avrupa’nın tamamı kalıcı olarak su stresi içinde.
  • Kuru ve sıcak havaların sebep olduğu orman yangınları artıyor ve süreleri uzuyor. 1980 ila 2022 yılları arasında, 32 Avrupa ülkesinde orman yangını nedeniyle 702 ölüm gerçekleşti.
  • Artan su ve hava sıcaklıkları, su kaynaklı hastalıklara sebep olan patojenlerin yaygınlaşmasını sağlıyor.
  • Aşırı yağışlar ile taşan kanalizasyonlar, su kaynaklarına zararlı patojenlerin ulaşmasına ve patojen yoğunluklarının artmasına neden oluyor.
  • Kuru ve sıcak mevsimlerde atık suların temizliği daha zor ve maliyetli oluyor.

Raporda sonuç olarak Avrupa’nın su ve sağlık politikalarının ve düzenlemelerinin acilen devreye girmesi gerekliliği vurgulanıyor ve detaylı öneriler sunuluyor.

Kaynaklarımızı Hızla Tüketiyoruz

Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) Mart ayında “Küresel Kaynaklar Görünümü 2024” (Global Resources Outlook 2024) adlı raporunu yayımladı. Dünyamız, iklim değişikliği kaynaklı üçlü bir gezegen krizinin (biyoçeşitlilik kaybı, kirlilik ve atık) tam ortasında ve Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’na ulaşma yolunda değilken küresel ekonomi her zamankinden daha fazla doğal kaynak kullanıyor. Raporda, 2030 Ajandası’na ulaşmada doğal kaynak kullanımının ve üçlü gezegen krizini çözmek için çok uluslu çevresel anlaşmaların önemi anlatılıyor.

Raporun 2019 versiyonundan bu yana küresel kaynak kullanımının artarak devam ettiği ve önümüzdeki 10 yılda da kaynak talebinin artmaya devam edeceği vurgulanıyor. Son 50 yılda, yeryüzünün doğal kaynaklarının çıkarılması beş kat arttı. Bunun en büyük nedeni orta ve yüksek gelirli ülkelerdeki yoğun madde tüketimi yapan dev altyapı çalışmaları. Acil önlem alınmaz ise 2060 yılına kadar 2020 kaynak çıkarma aktivitelerinin %60 seviyesinde artarak zarar ve riskleri de beraberinde getirmesi öngörülüyor.

1970 yılında kişi başı günlük ortalama 23 kg (toplam 30 milyar ton) olan doğal kaynak kullanımı günümüzde kişi başı 39 kg (toplam 106 miyar ton) seviyesine ulaştı. Kaynak çıkarma çalışmaları yeryüzünü ısıtan salımların yaklaşık %60’ından fazlasına ve hava kirliliğinin sağlık etkilerinin %40’ına sebep oluyor. Aynı zamanda biyokütle çıkarma ve işleme çalışmaları toprak kaynaklı biyoçeşitlilik kaybının ve su stresinin %90’ına sebep oluyor. Benzer şekilde fosil yakıt, metal ve mineral çıkarma işlemleri toplamda küresel seragazı salımlarının % 5’inin kaynağını oluşturuyor.

Raporda ortaya çıkan bir başka bulgu da düşük gelirli ülkelerin yüksek gelirli ülkelere göre altı kat daha az kaynak tüketmeleri ve 10 kat daha az iklim değişikliği etkisi üretmeleri.

Yüksek-orta gelirli ülkelerde ise son 50 yılda artan altyapı büyümeleri ve yüksek gelirli ülkelerden taşınan, kaynak yoğun süreçleri olan tesisler nedeniyle kaynak kullanımında iki katından fazla artış görüldü.

Doğal kaynakların daha verimli kullanılmasına yönelik raporda verilen tavsiyeler şu şekilde:

  • Çok uluslu çevre sözleşmeleri ile kaynak kullanım yönetimini ve yol haritasını belirlemek; hedefler koymak, planlama yapmak ve kontrol etmek.
  • Teşvik, vergi olanakları gibi finansal kaynakları sürdürülebilir kaynak kullanımına yönlendirmek.
  • Nihai kullanıcıların ürünlerin kaynak kullanımı konusunda şeffaf bir şekilde bilgi almalarını sağlamak ve seçimlerini düşük kaynak kullanımlı ürünlere yönlendirmek.
  • Ticareti sürdürülebilir kaynak kullanımının bir mekanizması haline getirmek ve ürünlerin fiyatlarına, yapılan sözleşmelere gerçek çevresel ve toplumsal maliyetleri de eklemek.
  • Döngüsel iş modellerini yaygınlaştırmak ve yeni doğal kaynak kullanımı yerine tekrar kullanma, geri dönüştürme, onarma ve ekolojik tasarımlar gibi seçeneklere yönelmek.

Bu tavsiyeler uygulandığında, kaynak çıkarma 2040 yılında zirveye ulaşır ve 2060 yılına kadar 2020 seviyesinin yalnızca %20 üstüne çıkar. Seragazı salımları %80, ulaşım ile ilgili maddeler %50, bina inşası ile ilgili maddeler %25, tarım için toprak kullanımı ise %5 oranında düşer. Bunların sonucunda da gıda üretimi %40, küresel ekonomi %3, İnsani Kalkınma Endeksi ise %7 oranında artar.

Tarımsal Gıdada Hedef Net Sıfır Salım

Dünya Bankası Mayıs ayında, “Yaşanabilir bir Gezegen Tarifi: Tarımsal Gıda Sisteminde Sıfır Salıma Ulaşmak” (Recipe for a Livable Planet: Achieving Net Zero Emissions in the Agrifood System) adlı bir rapor yayımladı. Tarımsal gıda alanı iklim değişikliği ile mücadele konusunda geri plana atılsa da bu sektör tek başına 1,5 derece hedefine ulaşılamamasına sebep olabilir. Sektörün yıllık seragazı salımı 16 GT seviyesinde, yani tüm ısınma ve elektrik salımlarından biraz daha fazla. Bu durumu değiştirmek için, 2050 yılına kadar tarımsal gıda üretimindeki salımların net sıfır seviyesine gelmesi gerekiyor. Rapor, pratik bir rehber şeklinde bunu sağlamak için gerekli mevcut teknolojilerin nasıl kullanılabileceği, ucuz ve eldeki imkanlarla alınabilecek önlemleri detaylı bir şekilde anlatıyor. Bu sayede gıda arzı güvenliğinin iyileştirilmesi, küresel gıda sisteminin iklim değişikliğine karşı daha dayanıklı olması ve olumsuz etkilenen nüfusların korunması gibi ek faydalar da sağlanabilir.

Raporda tarımsal gıda sektörünün net sıfır seviyesine ulaşması için gereken finansal yatırımın çok düşük olduğu (tüm iklim değişikliği ile mücadele bütçesinin yalnızca % 2,4’ü) belirtiliyor. Bu da sektör için büyük bir fırsat. Tarımsal gıda sektörüne yapılan yatırımların 18 kat artarak yıllık 260 milyar ABD doları seviyesine gelmesi 2030 yılına kadar bu sektörün tüm seragazı salımlarını yarıya indirmeye, 2050 yılına kadar da sıfırlamaya yetiyor. Bu yatırımın sağlık, ekonomi ve çevre üzerindeki olumlu etikleri sayesinde 2030 yılına kadar yapılan yatırımın yaklaşık 16 katı olan 4,3 trilyon Amerikan doları seviyesinde bir geri dönüşü olacağı hesaplanıyor.

Küresel ölçekte sektörün önündeki fırsatlardan bazıları raporda şu şekilde sıralanıyor:

  • Kaynaklara ve teknolojik bilgiye erişimleriyle yüksek gelirli ülkeler, tarımsal gıda sektöründeki salımların azalmasında merkezi rol oynayabilir.
  • Yüksek gelirli ülkeler düşük gelirli ülkelere teknolojik ve finansal destek verip bu ülkelerin düşük salım ekonomisine geçmelerini hızlandırabilir.
  • Tarımsal gıda sektöründeki enerji talebi yüksek gelirli ülkelerde daha fazla olduğundan bu ülkelerde yenilenebilir enerji daha çok özendirilebilir.
  • Yüksek gelirli ülkeler yüksek salım ile üretilen hayvansal gıdalar için tüketici talebini azaltacak önlemler geliştirebilir. Bu gıdalara sosyal ve çevresel maliyetler de eklenip fiyatlandırma bu şekilde yapılmalı. Ayrıca sebze ve kümes hayvancılığı için teşvikler getirilebilir.
  • Orta gelirli ülkelerde düşük salımlı tarıma geçmek için alınacak önlemler çok düşük maliyetli. Orta gelirli 15 ülke, tarımda salım azaltma potansiyelinin 3’te 2’sine hakim.
  • Orta gelirli ülkelerde toprak alanının kullanımı da büyük fark yaratıyor. Ormanlık alanların tarımsal arazilere dönüştürülmesi engellenirse karbon yakalama artar ve seragazı salımları azaltılır.
  • Orta gelirli ülkelerde ayrıca hayvansal üretimden kaynaklanan metan gazı salımı, gübre kullanımından ve evsel atıklardan kaynaklanan salımlar da düşük maliyetli çeşitli çalışmalarla azaltılabilir.

Bu yazı, ekoIQ’nun 112. sayısında yayımlanmıştır. Dergiye buradan ulaşabilirsiniz.

Elif Gökçe Şahin

Sürdürülebilirlik Alanında Danışman ve Eğitimci | Veri-Analiz

Önerilen makaleler