İklim

COP24’ün Ardından Umut ve Karamsarlık Arasında…

24. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansı (COP24) 2-15 Aralık tarihleri arasında Polonya’nın Katowice kentinde 197 ülkeden delegelerin katılımıyla gerçekleştirildi. Ekim ayında Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından yayımlanan 1.5 Derece Özel Raporu ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP) Kasım ayının sonlarına doğru yayımladığı Emisyon Açığı Raporu 2018 ışığında gerçekleştirilen COP24’ün sonucunda Paris Anlaşması’nın Kural Kitabı kabul edildi. Metin, 2020 yılından itibaren yürürlüğe girecek. Peki bu ne anlama geliyor? COP24 bütün beklentileri karşıladı mı? Zirveden başka hangi kararlar çıktı? Türkiye’nin statü değişikliği talebi nasıl sonuçlandı? COP24 için özel olarak hazırladığımız dosyamız tüm bu soruların yanıtını arıyor…

YAZI: Bulut BAGATIR

Bu yazı www.iklimhaber.org sitesinde yer alan haberlerden derlenmiştir.

Dosya konusu kapsamında gerçekleştirdiğimiz röportajlara buradan ve buradan ulaşabilirsiniz.

Bardak dolu mu, boş mu? Nere­den baktığınıza bağlı. Soru insanlığın yeryüzündeki geleceği olunca, soruyu hangi açıdan yanıtlamak gerektiğini birkaç kere düşünmek gerekiyor. Boş umut mu, mücadeleci bir umutsuzluk mu? Hepsi beraber mi? İnsan oğlu ve kızının geleceğini belirleyecek önemli köşe taşlarından biri olan, 24. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nı (COP24) Polonya’nın Katowice kentinde 2-15 Aralık tarih­lerinde bu duygularla izledik.

Dönem başkanlığını Polonya’nın üst­lendiği ve 197 ülkeden delegelerin katıldığı COP24, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tara­fından yayımlanan 1.5 Derece Özel Raporu ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP) Kasım ayının sonlarına doğru yayımladığı Emisyon Açığı Raporu 2018 ışığında gerçek­leştirildi. Öncelikle hem 1.5 Derece Özel Raporu’nun hem de Emisyon Açığı Raporu’nun neler anlattığına kısaca bakmakta fayda var.

2018 Ekim ayında yayımlanan IPCC 1,5 Derece Özel Raporu’na göre in­sanlar, dünyanın sanayi öncesi döne­me göre yaklaşık 1,0 derece ısınma­sına şimdiden sebep olmuş durumda. Küresel ısınma şimdiden, kuraklık ve seller gibi aşırı hava olayları, de­niz seviyesinde yükselme ve Arktik Okyanusu’nun erimesi olarak etkile­rini gösteriyor. Yine rapora göre se­ragazı emisyonları mevcut şekilde devam ederse, küresel ısınma 2030 ile 2052 yılları arasında 1,5 derece sınırını geçecek. Bu da yalnızca 12 senemiz kaldığı anlamına geliyor. 1,5 derece sınırını geçmemek için küre­sel emisyonları 2030 yılında 2010 yılı­na göre %45 azaltmak ve 2050 yılında net sıfır emisyona ulaşmak gerekiyor. Bu yüzden tarım, enerji, sanayi, bina, ulaşım ve şehirlerde “hızlı ve geniş kapsamlı” dönüşümler şart. Şu anda Paris Anlaşması kapsamında veri­len taahhütler, küresel ısınmayı 1,5 derecede sınırlandırmaya yetmiyor. Ülkelerin, en kısa zamanda Paris An­laşması ve sonrasında verdikleri taahhütlerini yenilemesi gerekiyor.

Emisyon Açığı Rekoru

UNEP’in yayımladığı Emisyon Açığı Raporu 2018 ise, 2030 yılında küresel seragazı emisyonlarının, küresel ısın­mayı bu yüzyılda 2 derecede tutmak için gereken seviyenin üzerine çıkıp 13 milyar ile 15 milyar ton arasında olabileceğini ortaya koydu. 2030 yı­lında beklenilen emisyon düzeyleri ile 2 derece/1,5 derece hedefleriyle uyumlu emisyon düzeyleri arasında­ki fark olarak tanımlanan “emisyon açığı”nın nihai bir değerlendirmesi­ni yapan rapor küresel emisyonların 53,5 GtCO2e ile tarihteki en üst düze­ye çıktığını ve düşüşe geçeceğine dair herhangi bir belirti olmadığını göster­di. Raporda yapılan değerlendirme­ye göre, 2030 yılı itibarıyla (küresel emisyonlarının %60’ını teşkil eden) sadece 57 ülkenin emisyonları inişe geçecek. Rapora göre, bu sonuçlara iklim eylemi açısından bakıldığında, ülkelerin iddialarını 2 derece hedefini tutturmak için üç misli ve 1,5 derece hedefi için ise beş misli artırmala­rı gerektiği görülüyor. Bu analiz ve Paris Anlaşması kapsamında sunulan ulusal katkı beyanlarında kaydedilen gelişmelerin değerlendirmesi, ulusal eylemlerin mevcut hızının Paris he­deflerinin tutturulmasında yetersiz kaldığını net biçimde ortaya koyuyor. Artan emisyonlar ve geciken eylem­ler, bu yılki raporda emisyon açığı rakamlarının her zamankinden daha büyük olduğunu gösteriyor.

COP24’ten önce yaşanan diğer önemli gelişmeler ise şu şekilde sıra­lanabilir:

-Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te düzenlenen G20 Liderler Zirvesi G20 Sonuç Bildirgesi’nde, iklim değişikliği ile mücadele konu­sunda Paris Anlaşması’na “güçlü bir bağlılık” ifade edildi. Ancak bildir­gede, ABD’nin Paris Anlaşması’ndan çekilmesi yönündeki kararına ilişkin de bir hatırlatma yapıldı. Trump, se­çim kampanyasında da vaat ettiği üze­re, ABD’yi Paris Anlaşması’ndan çek­me kararı almıştı. Bildirgede, iki gün süren zirvenin en büyük fikir ayrılığı yaşanan konularından biri olan Paris mutabakatının “geri dönülemez” ol­duğu belirtildi ve Trump’ın anlaşma­nın yeniden müzakere edilmesi için yaptığı çağrı reddedildi.

-Avrupa Komisyonu, AB emisyon­larının 2050 yılında sıfırlanması için çağrıda bulundu. Avrupa Komisyo­nu uzun vadeli iklim planı sunumun­da, sekiz farklı senaryo içinden en id­dialısını tercih ederek, emisyonların 2050 yılında net sıfır olması gerekti­ğini belirtti.

-Ayrıca Fransa ile Çin, COP24’ten iki gün önce, Birleşmiş Milletler Ge­nel Sekreterliği (BMGS) ile birlikte bir basın açıklaması yaparak “iklim değişikliğini önlemek, çevreyi koru­mak, eşitsizlikleri ve yoksulluğu azalt­mak için birlikte çalışmaya devam edeceklerini” duyurdu. Açıklamada aynı zamanda IPCC’nin yayımladığı 1.5 derece raporuna da atıfta bulu­nuldu.

Tüm bu raporların ve gelişmelerin ışı­ğında başlayan COP24’ten beklentiler ise oldukça fazlaydı. Öncelikle Tala­noa Diyalogu konusunda ilerlemenin beklendiği COP24’te hükümetle­rin 2020 Paris Anlaşması uygulama yılı öncesi Ulusal Katkı Beyanları’nı (NDC) gözden geçirmeleri konusun­da sinyaller vermesi isteniyordu. Paris Anlaşması’nı tamamıyla işler hale ge­tirecek ve ileriye doğru atılacak adım­ları belirleyecek Kural Kitabı’nda ilerleme kaydedilmesi ve ilk kuralla­rın net olarak ortaya konmasının yanı sıra adil geçiş, e-mobilite ve ormanlar hakkında deklarasyonların yayımlan­ması da beklentiler arasındaydı.

Burada Kural Kitabı’na ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Paris Anlaşması’nın uygulamaya konma­sı için rehber niteliğinde olan Kural Kitabı’nın şu işlevleri görmesi bekle­niyor:

-Ülkelerin iklim taahhütleri (örne­ğin bu taahhütlerin hangi seragazı salımlarını ve sektörleri kapsadığı; emisyon azaltım hedefleri için hangi referans değerin ve zaman diliminin kullanıldığı) konusuna netlik kazandı­rarak, gösterilen çabaların karşılaştırı­labilirliği, şeffaflığı ve hesap verebilir­liğini sağlamak.

-Taahhütlerin değerlendirilmesine (izleme, raporlama ve doğrulama) rehberlik etmek.

-İklim finansmanı ve bunun nasıl kullanılması gerektiği konusunda daha fazla öngörülebilirliğe ve şeffaf­lığa imkan tanımak.

-Uyum konusundaki endişeleri gi­derirken, iklim değişikliğinin etkileri­nin neden olduğu kayıp ve zararların ele alınmasını olanaklı kılmak.

-Paris Anlaşması’nın hedeflerine yönelik ortak ilerlemenin nasıl değer­lendirileceği konusunda aynı noktada buluşulmasıyla yeni ülke taahhütleri­nin oluşturulmasına katkı sağlamak.

-Bazı ülkelerin tüm yönergelere uyma kapasitelerinin olup olmadığını ve önümüzdeki yıllarda fazladan ka­pasite geliştirmeye ve desteğe ihtiyaç duyduklarını ortaya koymak.

COP24’ten Hangi Sonuçlar Çıktı?

Aşağıda iki haftalık süreçte öne çıkan gelişmeleri madde madde paylaştık ancak şunu hemen belirtmeliyiz: Zir­ve sonucunda ülkeler, küresel iklim eylemini daha şeffaf ve detaylı bir bi­çimde incelemeyi olanaklı kılan ortak kurallarda mutabık kaldılar. Böylelikle zirve, iklim eylemini hızlandırmak için ülkeler ile yurttaşlar, iş dünyası ve ya­tırımcılar arasındaki güveni tazeledi. Kural Kitabı’nın dışında, ülkeler aynı zamanda 2020 yılına kadar mevcut iklim hedeflerini içeren Ulusal Niyet Katkı Beyanı (INDC) belgelerini ye­nilemek konusunda da anlaştılar. Bu yenilenmiş hedefleri sunmak için Bir­leşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin 2019 yılında iklim konusunda düzen­leyeceği özel zirvede bir araya gelme­ye de karar verdiler. Kural Kitabı ile birlikte 2020 öncesi iklim hedeflerini yenileme kararı, küresel düzeyde se­ragazı emisyonlarını azaltmak için önemli bir adım olarak kabul ediliyor ancak COP24’te, daha net hedeflerin verilmesi beklenirken hedeflerin veri­liş tarihinin ertelemesinin büyük bir risk taşıdığı belirtiliyor.

Bu çıktıların yanı sıra zirvede finans­man üzerine taahhütler de verildi. Adaptasyon Fonu’nun COP24 önce­si toplam taahhüt miktarı 538 milyon dolardı. COP24 sırasında bu rakama 129 milyon dolar daha eklendi. En büyük taahhüdü Almanya 70 milyon euro ile yaparken, İtalya 7 milyon, Fransa 16 milyon, AB Komisyonu ise 10 milyon euro taahhüt etti. COP24 ile beraber Yeşil İklim Fonu’na (GCF) yapılan katkılar 10,3 milyar dolar seviyesine yükseldi. Almanya ve Norveç kendi katkılarını, bir sonraki döngüde iki katına çıkaracağını ifade etti. Böylece, Almanya’nın toplam katkısı 1,5 milyar euro, Norveç’in top­lam katkısı ise 516 milyon dolar sevi­yesine çıkmış oldu. Az Kalkınmış Ül­keler Fonu’nun büyüklüğü, COP24 sonu itibarıyla 1,33 milyar dolar se­viyesine ulaştı. COP24 sırasında fona en büyük katkı, 5,5 milyon dolar ile İsveç’ten geldi.

TEMA Çevre Politikaları ve Ulus­lararası İlişkiler Bölüm Başkanı Öz­gül Erdemli Mutlu, COP24’e genel açıdan bakıldığından kısmi ve sınır­lı bir başarıdan söz edilebileceğini belirterek şunları söylüyor: “Çün­kü Katowice’nin yola çıkarken üç önemli hedefi vardı. Birincisi Paris Anlaşması’nın Kural Kitabı’nın çık­ması. İkincisi iklim finansmanı ile ilgili adımlar atılması. Üçüncüsü ise ülkelerin iklim taahhütlerini güçlen­dirmesi veya iyileştirilmesi. Bu açıdan baktığımızda sınırlı bir başarı diye­biliriz.” Kural Kitabı’nın çıkmasının olumlu bir gelişme olduğunu belir­ten Mutlu, “Ancak sağlam ve güçlü kurallar olsa bile, onu uygulayacak güçlü bir siyasi irade gerek. Çünkü IPCC 1,5 Derece Özel Raporu ve BM Emisyon Açığı Raporu gibi bi­limsel raporlar acil eylem gerektiği­ni gösteriyor. Yani eylemi artıracak, büyük adımlar atacak siyasi irade ol­madığı sürece en güçlü kurallar bile etkisiz kalır” diyor. Müzakerelerin uzamasının, özellikle salyangoz hızın­da ilerleyen son günlere bakıldığında endişenin yüksek olduğunu belirten Mutlu, “Daha zayıf Kural Kitabı veya başarısızlık beklentisi vardı. Bu açı­dan baktığımızda da, bu 133 sayfalık metinde tarafların uzlaşması olumlu. Ancak iklim taahhütlerinin güçlen­dirilmesi konusunun gelecek seneye kalmasından dolayı hem STK’lar hem az gelişmiş ülkeler hem de gelişmek­te olan ülkeler eleştirilerini yaptılar. Biz de buna katılıyoruz. Şimdi gözle­rimiz Eylül ayında New York’ta ger­çekleşecek İklim Zirvesi ve ardından COP25’te. O zamana kadar, ortak çabanın yanı sıra ulusal hükümetlerin taahhütlerini artırmasına odaklanmak gerekiyor” diyor.

Türkiye Ne Bekliyordu, Ne Buldu?

Türkiye’nin taleplerinde bu sene de somut bir sonuç alınamadı. Bildiği­niz gibi, Birleşmiş Milletler Çerçe­ve Sözleşmesi’ne göre Türkiye EK1 ülkesi olarak, kalkınmış ülke olarak sınıflandırılıyor. Türkiye ise Paris Anlaşması kapsamında “kalkınmak­ta olan ülke” olarak sınıflandırılmayı talep ediyor. Türkiye, daha önce­ki zirvelerde olduğu gibi COP24’e EK1’den çıkma talebi ile geldi; bu talebe karşı Başkanlık, Avrupa Bir­liği adına Fransız Büyükelçi Brigitte Collet’i ikili görüşmeler ile sorunu çö­züme kavuşturmak için görevlendirdi. Müzakerelerin son günlerinde yaptığı konuşmasında Collet, Türkiye’nin so­runu çözmek için gösterdiği iyi niyete ve çabalara dikkat çekerken, tarafla­rın uzlaşamadığını iletti: “Gruplar bu tartışmalarda iki hafta boyunca aktif ve yapıcı bir şekilde çalıştılar. Taraf­lar, fikir birliğine dayanan bir çözü­me ulaşma niyetlerinin altını çizdiler. Bunun için teşekkür etmek istiyorum. Bu istişareler sırasında, Türkiye tara­fından önerilen bir taslak karar dik­kate alındı. Daha sonra bu taslağın gözden geçirilmiş bir versiyonu üze­rinde duruldu. Türkiye delegasyonu ile birlikte bunun üzerinde çalıştık. Türkiye’nin, uzlaşma sağlanması için metni yeniden düzenleme konusun­da gösterdiği açıklığa dikkat çekmek isterim. Konferans sırasındaki yoğun iş yükü ve meseleyi değerlendirmek için yeterli zaman olmaması dolayısı ile tam bir uzlaşmaya varılamadığını üzülerek belirtmek isterim.” Bu tale­be özellikle kalkınmakta olan ülkeler­den itiraz geldiği belirtiliyor.

Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı ve İklim Değişikliği Başmüzakerecisi Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar, Türkiye ile ilgili karar açıklanmadan önce İklim Haber için Melis Alphan’a yaptığı açıklamalarda, Türkiye’nin 1992 yılında yapılan bir hata yüzün­den eklerde yanlış konumlandırıldığı­nı söyleyerek, “Türkiye finans yardımı alamayacak ülke sınıfında yer alıyor. GCF’ten direkt para beklemiyoruz. Yoksul ülkelerin veya küçük ada ül­kelerinin paralarına talip değiliz. An­cak emisyon azaltımı ve yenilenebilir enerji için gerekli olan kredileri ala­bilmeliyiz” dedi. Türkiye’nin ek dışı ülke olarak iklim değişikliği ile daha iyi mücadele edebileceğini söyle­yen Prof. Dr. Birpınar, Türkiye’nin GCF’e ulaşamaması durumunda bile iklim değişikliği ile mücadele etmeye devam edeceğini söyledi. Türkiye’nin fosil yakıtlara sahip olmadığını ve enerji fakiri bir ülke olduğunu söyle­yen Prof. Dr. Birpınar “Güçlü kömür kaynaklarına sahip değiliz. Doğalgaz ve petrol de yok. Dolayısıyla biz ne kadar çok yenilenebilir yaparsak ül­kemizin lehine bir durum oluşturmuş oluruz. Mümkün olduğu kadar buraya yöneleceğiz. O krediler olmazsa başka krediler bulacağız” diye konuştu.

Bunun dışında ise Türkiye, ilk defa ka­muoyu önünde 1,5 Derece Raporu’na atıfta bulundu. COP24’te konuşma yapan Türkiye Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, “IPCC’nin 1,5 Derece Raporu, iklim değişikliği eyleminin aciliyetini ortaya koyuyor” dedi. Kurum ayrıca Türkiye’nin 2020 yılında gerçekleştirilecek 26. Taraflar Konferansı’na (COP26) ev sahipliği yapmak için resmi başvurusunu yap­tığını hatırlattı ve destek bekledikle­rini ifade etti. Ancak COP26’ya ev sa­hipliği yarışında Türkiye’ye İtalya’dan sonra bir rakip daha çıktı. İngiltere İş Dünyası, Enerji ve Sanayi İlişkileri Bakanı Claire Perry COP24’te yaptığı açıklamada, “2020 tarihi Paris Anlaş­ması için çok kritik bir öneme sahip. Bu yüzden kesinlikle başarılı bir Ta­raflar Konferansı sürecine ihtiyacımız var. Biz de bu başarının parçası olmak istiyoruz. Bu yüzden İngiltere’nin 2020 COP26’ya ev sahipliği yapmak isteğine dair resmi yazıyı ilettik” diye­rek ülkesinin adaylığını açıkladı.

Greenpeace Akdeniz İklim ve Ener­ji Proje Sorumlusu Duygu Kutluay, Türkiye’nin COP24’teki müzakere çerçevesini EK1’den çıkma ve ik­lim finansmanına erişim konusu ile sınırlı tuttuğunu belirtiyor. Bu ne­denle Türk delegasyonunun Paris Anlaşması ve küresel iklim değişikliği mücadelesine yapmak istediği katkı­yı anlamak için, resmi duruşu değil satır aralarını okuyabileceklerini söy­leyerek Çevre ve Şehircilik Bakanı Kurum’un COP24’te yaptığı konuş­maya atıfta bulunuyor: “Eğer Türki­ye, Paris Anlaşması’nı dünya üzerinde imzalamayan sadece 13 ülkeden biri olma ısrarını sürdürürse, bu konfe­ransta kabul edilen ‘Kural Kitabı’ gereği hiçbir karar mekanizmasında yer alamayacak ve konferansa sadece gözlemci olarak katılabilecek. Kon­feranslara ev sahipliği yapan ülkeler aynı zamanda dönem başkanı olarak müzakerelerin de yürütücülüğünü üstleniyor. Bu yüzden Türkiye’nin ev sahibi olma talebi, bir an önce Paris Anlaşması’nı onaylayarak, ülke olarak doğrudan etkileneceği iklim değişik­liğine karşı bu küresel mücadelenin dışında kalmak istemediği ve etkin rol almak istediği şeklinde okunabilir.”

Müzakerelerde Alınan Önemli Karar ve Duyurular:

-COP24’ün ev sahipliğini yapan Po­lonya, Adil Enerji Dönüşümü’nü res­mi bir müzakere konusu olmamasına rağmen, zirvenin gündemine taşıma­ya çalıştı. “Dayanışma ve Adil Dö­nüşüm Silezya Bildirisi”, 3 Aralık’ta, İklim Zirvesi’nin Üst Düzey resmi açılışında sunuldu. Uzmanlara göre, Polonya’nın bu girişimi tanıtırken sadece kömür madeni istihdamının korunması ihtiyacının altını çizmesi ve adil enerji dönüşümünü “güneş sanayiinde” çalışan kişiler için yüksek kaliteli iş imkanları yaratılması da da­hil olmak üzere, fosil yakıtlardan yeşil ekonomiye karmaşık ve iyi planlanmış bir geçiş süreci olarak tanımlamaması risk teşkil ediyor.

-Gelişmekte olan Pasifik Küçük Ada Devletleri’nin iklim değişikliği ile mücadeleyi artırmasının aciliyeti hak­kında bir deklarasyon yayınladı. Me­tinde OECD üyesi ülkelerden 2030 yılına kadar kömürü terk etmeleri talebinde bulunuldu.

-Biyoçeşitlilik Sözleşmesi 14. Ta­raflar Toplantısı’nda, IPCC 1,5 De­rece Raporu’nun bulgularına yönelik kaygıya dikkat çekilerek, ısınmanın 2 derecenin altında ya da 1,5 derecede sınırlanamaması durumunda biyoçe­şitlilik konusunda geri döndürülemez sonuçların ortaya çıkacağına dair güç­lü mesajlar verildi.

-COP zirvelerinin beş eski başka­nının beklenmedik deklarasyonu, COP24’ü 2020 itibarıyla küresel ısın­mayı 2 derecenin altında ya da 1,5 derecede tutma konusunda açık bir mesaj gönderecek kararlı sonuçların çıkacağı bir mecra olarak görmeleri konusunda ülkelere çağrı yaptı.

-Yeni İklim Ekonomisi Raporu da cesur iklim eylemlerinin önemli faydalarının altını çizerek bunların 2030’a doğru 26 trilyon dolarlık eko­nomik yarar sağlayabileceğini öngör­dü.

-Almanya, yaklaşan ilk yenileme dö­neminde GCF’e katkısını iki katına çıkarabileceğini duyurdu.

-Avrupa Komisyonu, 2050 itibarıyla net sıfır emisyon yaklaşımını güçlü bir şekilde ortaya koyan vizyon belgesi­nin yanı sıra yüzyıl ortası stratejisinin ilk taslağını hazırladı. Avrupa Birliği Enerji ve İklim Komiseri Miguel Ari­as Cañete, AB gaz boru hatlarının atıl varlıklar (stranded assets) haline gel­me riski konusunda uyarıda bulundu.

-Hindistan’ın Çevre Bakanı, 2020 yılı için koydukları çoğu hedefe ulaşma yolunda ilerlediklerini onayladı.

-Dünya Bankası 2021-2025 yılların­da planlanan iklim projeleri için, son beş yıl içinde sağlanan miktarın iki katı olan 200 milyar dolarlık yatırım­da bulunacağını açıkladı. Diğer dokuz Çok Taraflı Yatırım Bankası’nın yanı sıra, Paris Anlaşması’nın hedefleri ile faaliyetlerini uyumlu hale getirmek için bir çerçeve oluşturma niyetlerini ortaklaşa duyurdular.

-Katar, önümüzdeki yıl OPEC’den ayrılacağını, bunun yerine gaza odak­lanacağını açıkladı. Katar’ın Enerji Bakanı Sherida al-Kaabi açıklama­sında, “Katar’ın dünya çapında gü­venilir bir enerji tedarikçisi olarak konumunu güçlendirmeye yönelik çabalarımızda, uluslararası enerji sah­nesindeki rolünü ve katkılarını göz­den geçirmek için adımlar atmamız gerekiyordu” dedi.

-Yatırımcıların baskısından sonra Shell, gelecek yıl karbon emisyon he­defleri belirleyeceğini ve belirli bir sektörde emisyon hedeflerini idari ödemeye bağlayacağını açıkladı.

-Dünyanın en büyük konteynır taşı­macılığı şirketi Danimarkalı AP Mol­ler Maersk, 2050 itibarıyla, hiçbir kar­bon denkleştirme (offset) yapmadan, karbondioksit emisyonlarını sıfırlaya­cağını açıklayarak karbon nötr ulus­lararası ticaret ihtimalinin müjdesini verdi. Maersk yetkilileri, karbondiok­sitsiz yakıt ve motor/makine sistemle­ri maliyetlerini 2030 yılına kadar fosil yakıtlarla aynı ya da daha düşük sevi­yeye getirmeleri gerektiğini açıkladı.

-Aviva, BNP Paribas, HSBC, Her­mes ve Church of Scotland Investors Trust’ın da aralarında bulunduğu 100 yatırımcı, iklim ve düşük karbon yatı­rımlarında işgücünü ve toplumsal ko­nuları da hesaba katma taahhütlerini içeren bir açıklamaya imza attılar. Bu ortak açıklamada “Karbon yoğun en­düstriler yerlerini yavaş yavaş temiz teknolojilere bırakırken, yüksek işsiz­lik seviyelerinin önüne geçmek amaç­lanıyor” denirken, bu konuya “yeterli dikkatin gösterilmediği” konusunda da uyarıda bulunuluyor.

-Zirvenin beşinci gününde gerçek­leştirilen “Lessons learned from the ‘Yellow Vests’ – How to implement climate policy for the people” (Sarı Yelekliler’den öğrenilen dersler- İk­lim politikaları insanlar için nasıl uygulanır) adlı panelde uzmanlar, başarılı iklim politikasının ve uygu­lamasının ekolojik ve adil bir geçiş sağlamak için nasıl olması gerektiğini tartıştılar. Yakıt fiyatlarını yükselten karbon vergisini protesto etmek için sosyal medyada örgütlenen Fransa halkı, 17 Kasım sabahından itibaren sokaklara dökülmüş ve yolları kapat­mıştı. Eylemler sonrasında ise pro­testolara yol açan yakıt zammı tasarısı iptal edilmişti. Fransa’daki örnek, kötü tasarlanmış ve duyurulmuş bir iklim politikası aracının acilen ihtiyaç duyulan iklim eylemini nasıl engelle­yebileceğini gösterdi.

-Adidas, Burberry, H&M gibi öncü moda markaları, iklim anlaşmasına göre emisyon oranlarında azaltıma gitme taahhüdünde bulundu. Moda endüstrisi yıllardır ürettiği atık ve emisyon oranlarının fazlalığı ile dik­kat çekiyordu ancak yeşil bir iş mo­deli benimsemek, bazı markalar için moda sektöründe yeni “trend” olarak görülmeye başlandı. Değişen moda trendleri, kıyafet ve aksesuarların ça­buk tüketilmesi ve atılması yoğun bir kaynak kullanımına; yılda ortalama 1,2 milyar tonluk karbondioksit salı­mının yanı sıra yoğun atık üretimine sebep olarak sektörü dünyayı en çok kirleten endüstrilerden biri haline getirdi.

-İklim Kırılganlığı Forumu (The Climate Vulnerable Forum- CVF), Kasım 2018’de gerçekleştirdiği Sa­nal Zirve’nin ve COP24’te iklim eylemlerine dair önemli kararların alınmasını talep eden Jumemmej Deklarasyonu’nun sonuçlarının altı­nı çizdi. Grubun Başkanı ve Marshall Adaları Cumhurbaşkanı H.E Hilda Heine, kendi ülkesi gibi yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalan birçok ülkeyi temsil ettiklerini belirtirken, grubun kurucularından Maldivler’in eski Cumhurbaşkanı Mohamed Nas­heed ise, “Ölmeye hazır değiliz. İklim değişikliğinin ilk kurbanları olmaya­cağız” dedi.

-Kömür, gaz ve petrol endüstrileri küresel ısınmaya neden olan yoğun karbon emisyonlarının kaynağı olsa da, ABD müzakerecileri “küresel enerji güvenliği” adına üretimi ar­tıracaklarını ve diğer ülkelere ihraç etmeyi umdukları teknolojik kömür santralları kuracaklarını açıkladı. ABD’nin fosil yakıt kullanımına de­vam edeceğini duyurması zirvede sert bir protesto ile karşılanırken, salonda gülerek tepki verenler de oldu.

-Germanwatch İklim Değişikliği Performans Endeksi (CCPI) 2019’u açıkladı. Endekse göre küresel kar­bondioksit emisyonları yeniden tır­manışa geçti. İçerisinde Türkiye’nin de bulunduğu sekiz G20 ülkesi çok düşük bir performans sergiledi. 56 ülkenin ve AB’nin değerlendirildiği sıralamada Türkiye son sıralarda ken­dine yer buldu.

-FIFA ile Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin de aralarında bulundu­ğu 17 büyük spor kurumu Spor İk­lim Eylem Çerçevesi’ni duyurdu. Bu kapsamda emisyon azaltımı için çalış­ma grupları 2019 yılında kurulacak.

-Brezilya gelecek sene Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) 25. Taraflar Konferansı’na (COP25) ev sahipliği yapmaktan vazgeçtiğini açıklamıştı. COP24’te yapılan açıklamaya göre önümüzdeki yıl COP, Şili’de düzen­lenecek.

Greta: Politikacılara Asıl Görevini Hatırlatan Genç Ses

15 yaşındaki İsveçli genç Greta Thunberg, her daim doğruyu, en net ifadelerle açıklayan ses olarak zirvenin parlayan yıldızıydı. Dünya Bankası’nın ev sahipliğinde gerçek­leşen bir panelde, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ne hitaben yaptığı konuşması coşkulu bir alkışla karşı­landı. Genç aktivist, COP24 boyunca medyadan yoğun bir ilgi gördü ve bir etkinlikten diğerine mekik dokudu. Bütün bu ilginin sebebi ise geçtiğimiz son birkaç ayda Thunberg’in her cuma okulu boykot edip Stockholm’de bu­lunan İsveç parlamento binası önün­de, hükümetin iklim krizi için aldığı yetersiz eylem planlarına karşı otur­ma eylemi yapmasıydı. Thunberg bu fikre, Florida, ABD’de gerçekleşen silahlı okul saldırılarından sonra öğ­rencilerin ülke çapında gerçekleş­tirdiği National Student Walkout’un benzerinin yapabileceğini düşünerek karar vermiş.

Thunberg, Katowice’de İsveç’in Paris Anlaşması’yla tamamen uyumlu hale gelene kadar, her cuma parlamento binasının önünde oturmaya devam edeceğini belirtti.

Genç aktivist politikacıları, “Bir politi­kacının görevi dünyayı kurtarmak veya radikal iklim politikalarına sahip olmak değil; oy toplamak ve seçimleri kazan­maktır. Bugün ise, iklim ve dünya hak­kında söyleyeceğiniz gerçekler size bir seçim kazandırmayacağı gibi oy da ge­tirmeyecek” diyerek eleştiriyor.

Thunberg, twitter hesabı aracılığıyla zirvenin ikinci haftasında iklim gre­vi çağrısında da bulundu. Paylaştığı videoda 15 yaşındaki aktivist, “Her kimsen ve her neredeysen sana ih­tiyacımız var. Bu Cuma günü, 14 Aralık’ta, uluslararası iklim grevi çağ­rısında bulunuyorum. Lütfen bizim­le greve katıl, kısa bir süre bile olsa parlamentonuzun veya belediyeni­zin önünde iklim eylemi talep ettiği­mizi anlamaları için eylem yap” dedi. Bu çağrı elbette ki yanıtsız kalmadı.

Katowice’deki iki farklı okuldan 30 çocuk, Thunberg’in iklim grevi çağ­rısına yanıt verdi ve COP24’ün son gününde eylem yaptı. Thunberg’in çağrısına dünyanın farklı yerlerin­den öğrenciler de cevap verdi. Üçü Katowice’den olmak üzere Polon­ya’daki 16 okulda, Almanya’dan ise 14 kentteki binlerce çocuk eylem yaptı. Sadece Almanya’nın kuzeyin­de yer alan Kiel şehrinde 400 çocuk harekete katıldı. Thunberg’in sosyal medyadaki çağrısı 200 binden fazla kez izlendi.

Son sözü de Greta’ya bırakmakta fayda var, çünkü gelecek kuşaklar ve halihazırda sesini çıkaramayanlar adına en yüksek sesle o konuşuyor ve bardağın dolu tarafını o temsil ediyor: “Zirveden daha fazla eylem, daha az konuşma bekliyordum ancak çoğun­lukla muhabbetten oluşuyor. Bu çok önemli bir fırsat ancak bu şekilde gi­derse, hedeflenen hiçbir şeye ulaşma­yacağız.”

Polonya’ya Giremeyenler, Dünya Sokaklarını Dolduranlar…

COP24’ün başlamasıyla birlikte Almanya’nın Köln ve Berlin şehirlerinde 40 bine yakın gösterici, Almanya Federal Hükümeti’nin iklim politikasını protesto etti. Göstericiler, enerji kaynağı olarak kömürden vazgeçilmesi sürecinin hızlandırılması talebini yineledi ve Berlin hükümetinin iklim politikasını protesto etti. Organizatörlerin verdiği bilgiye göre, Köln’deki protesto yürüyüşüne 22 bin kişi katılırken, Berlin’de Başbakanlık binası önündeki gösteriye 16 bin kişi katıldı. Federal Hükümet’in iklimi korumadaki başarısızlığını protesto eden gösteriler; çevre gruplarıyla, yardım kuruluşlarının oluşturduğu bir ittifakın çağrısıyla düzenlendi. Bunun yanı sıra Brüksel ve Londra’da düzenlenen yürüyüşlerde binlerce protestocu daha fazla iklim eylemi talep ederken, Brüksel’de yürüyüşe katılanların sayısı 65 bine ulaştı. ABD’de ise Sunrise Movement ile bağlantılı binlerce genç, Temsilciler Meclisi üyeleri Nancy Pelosi, Steny Hoyer ve Jim McGovern’ın ofislerinin önünde toplandı. İklim müzakerelerinde güçlü kararlar alınmasını talep eden eylemcilerden yaklaşık 150’si tutuklandı. Protestocular, Demokrat liderlerin, “Yeni Yeşil Anlaşma” olarak adlandırılan ve bilim insanlarının önümüzdeki on yıllarda iklim değişikliğinin kötü etkilerini engelleyebileceğini belirttiği kararlı politika önerisini kabul etmesini talep etti.

COP24’e katılmak için Polonya’ya gelen 13 STK temsilcisinin ülkeye girişine izin verilmedi. Aralarında 350.org, Greenpeace ve CAN Europe’un da bulunduğu 17 STK tarafından yapılan açıklamada STK’ların süreci endişe ile takip ettikleri belirtildi. CAN Yöneticisi Dr. Stephan Singer konu ile ilgili yaptığı açıklamada “Bunların yalıtılmış örnekler olmaması son derece endişe verici ve bizler Polonya sınır yetkililerinin eylemlerini son derece ciddi bir şekilde ele alıyoruz. Sivil toplumun tam ve etkin katılımı anlaşmada yer alıyor ve aslında, acilen yeni bir iklim rejimine geçişte katkı vermemiz bir zorunluluk” dedi. 350.org’un İcra Direktörü May Boeve ise, COP24’ün ilk haftasının sona ermesiyle birlikte yapılan yürüyüşte iki aktivistin sorgulandığını belirterek, “Buradaki eylemcilerin yenilenebilir enerjiye geçiş için çalışmalar yapmalarının oldukça pozitif bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Buraya kendi hikayelerini paylaşmak amacıyla, bölgede yerel bir hareket kurmak ve aktivistlerle iletişim halinde olmak için geliyorlar. Tabii ki daha önce böyle bir olayla karşılaşmadıkları için üzgünler ve yoruldular. Öte yandan, bu olayların neden yaşandığını tam olarak bilemiyoruz ama insanların bir şekilde tehdit unsuru olarak görüldüğünü düşünüyoruz. İnsanlara gözdağı vermeyi hedefleyen bu tarz olaylar genelde tam tersi bir etki yaratıyor ve insanları daha da cesaretlendiriyor. Daha fazla insan, aktivistlerin yaşadığı bu tarz zorluklardan haberdar oluyor” dedi.

2017’deki Aşırı Hava Olaylarının Türkiye’ye Maliyeti: 1,9 Milyar Dolar

Germanwatch tarafından COP24’te yayımlanan Küresel İklim Riski Endeksi, iklim değişikliğinin çarpıcı etkilerini gözler önüne seriyor. Tropikal siklonlar tarafından şiddetli biçimde etkilenen ülkelerin sayısı artıyor. 2017’de, Karayipler’deki kasırga mevsimi özellikle çok şiddetli geçti ve birçok adayı yerle bir etti. Öte yandan, sürekli olarak aşırı hava olaylarından etkilenen birçok gelişmekte olan ülke, felaketlerin ardından toparlanmakta zorluk çekiyor. Özellikle Sri Lanka, Nepal ya da Vietnam gibi yoksul ülkeler büyük zorluklarla karşı karşıya kalıyor. 2017 yılında dünyada aşırı hava olaylarına bağlı olarak 11.500 kişi öldü ve yaklaşık 375 milyar dolar kadar ekonomik hasar meydana geldi. Dolayısıyla, 2017 yılı hava olaylarına bağlı en fazla kaybın yaşandığı yıl olarak tarihe geçti. Uzun dönemli endekse göre, 1998 ile 2017 arasındaki son 20 yılda, hava olaylarından en çok etkilenen ülkeler Porto Riko, Honduras, Myanmar oldu. Bu dönemde, küresel düzeyde 526 binin üzerinde ölüm 11.500 aşırı hava olayıyla doğrudan ilişkilendirildi. Bu hava olaylarından kaynaklanan ekonomik hasar ise yaklaşık 3,47 trilyon dolar olarak hesaplandı. Rapora göre Türkiye’de 2017 yılında gözlemlenen meteorolojik afetler ise toplamda 1,9 milyar dolarlık ekonomik hasara yol açtı. Türkiye’de Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre 598 iklim afeti gerçekleşmiş, 2017 yılı 1940’lardan beri en çok bu tür afetin görüldüğü üç yıldan biri olarak kayda geçmişti (Diğer yıllar ise 2015 ve 2016). Çalışma aynı zamanda Türkiye’de son 20 yılda iklim afetlerinin yıllık ortalama 462 milyon dolar ekonomik hasar verdiğini ifade ediyor. Uzun dönemli endeks, daha yoksul ülkelerin kırılganlığını da ortaya koyuyor: 1998 ile 2017 yılları arasında en çok etkilenen on ülkeden sekizi düşük ya düşük-orta gelire sahip gelişmekte olan ülkeler. Ancak sanayileşmiş ve gelişmekte olan ülkeler de etkisini artık çok daha net biçimde hissettikleri iklim etkileriyle başa çıkmak için daha fazla çaba göstermek zorunda.

DSÖ, COP24 Özel Raporu: İklim Hedeflerinin Sağlık Faydaları, Maliyetlerinin Çok Üzerinde

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından COP24’te açıklanan WHO COP24 Special Report: Health and Climate Change (DSÖ COP-24 Özel Raporu: Sağlık ve İklim Değişikliği) raporu, sağlık konularının iklim eyleminin geliştirilmesindeki hayati önemini vurguluyor ve politika yapıcılar için kilit nitelikte öneriler sunuyor. Hava kirliliği dünyada her yıl 7 milyon ölüme ve 5,11 trilyon dolar değerinde ekonomik hasara neden oluyor. En yüksek seragazı emisyonu değerlerine sahip 15 ülkede hava kirliliğinin ortaya çıkardığı sağlık maliyetinin, ülkelerin GSYİH’lerinin %4’üne tekabül ettiği tahmin ediliyor. İklim değişikliğiyle uyum için ayrılan çok taraflı iklim fonlarının sadece %0,5’i sağlık projelerine gidiyor. DSÖ raporu, tüm iklim değişikliği fayda maliyet analizlerinde sağlık konusunun hesaba katılması çağrısında bulunuyor. DSÖ, COP24 Özel Raporu’nun sağlık ve iklim değişikliği ile ilgili önerileri şöyle:

-Hem karbon emisyonlarını hem de hava kirliliğini azaltan eylemlerin belirlenmesi ve öne çıkarılması ve NDC’lere Kısa Ömürlü İklim Kirleticileri emisyon değerlerinin azaltılmasına dair özel taahhütlerin dahil edilmesi.

-BMİDÇS ve Paris Anlaşması’nda yer alan sağlık değerlendirme ve koruma taahhütlerinin ulusal ve küresel düzeyde işleyiş mekanizmalara da yansıtılması.

-İklime dirençli sağlık sistemleri ve iklim dostu sağlık tesislerine odaklanarak, sağlıkta iklim değişikliğine uyum yatırımlarının önündeki engellerin kaldırılması.

-İklim eylemi ve sağlık yan faydalarını birlikte desteklemek için sağlık camiası, sivil toplum ve sağlık uzmanları ile ortaklık yapılması.

-BMİDÇS kapsamında, sağlık faydaları sunan iklim eylemlerinde şehir ve alt ulusal yönetimlerin rolünün desteklenmesi.

-İklim eylemleri neticesinde sağlık alanında kaydedilen gelişmelerin resmi takibi ve küresel iklim ve sağlık yönetişim süreçleri ile BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ne raporlanması.

-İklim değişikliğiyle mücadele ve uyum önlemlerinin sağlık sonuçlarının ekonomik ve mali politikalara dahil edilmesi.

Kömürlü Termik Santrallara Finansman Sağlayan Banka ve Yatırımcılar Açıklandı

Urgewald, BankTrack ve 26 STK tarafından COP24’te yayımlanan bir çalışma, küresel kömürlü termik santrallara finansman sağlayan banka ve yatırımcıları açıkladı. Araştırmaya göre, Japon bankaları finansörler listesinde, Çin bankaları ise aracılık yüklenimi listesinde bir numarada yer alıyor. Planlama aşamasındaki kömürlü termik santrallara en yüksek miktarda kurumsal yatırım yapan ise ABD’li şirketler. Araştırma sonuçlarına göre, finans sektörü Ocak 2016 ve Eylül 2018 arasında dünyanın en büyük 120 yeni kömürlü termik santral projesi sahibine 478 milyar doların üzerinde yatırım yaptı. 1 Ocak 2016’dan bu yana, 235 ticari banka en büyük 120 kömürlü termik santral işletmecisine 101 milyar doların üzerinde direkt finansman sağladı. En büyük kredi finansörleri 12,8 milyar dolar ile Mizuho Financial ve 9,9 milyar dolar ile Mitsubishi UFJ Financial isimli Japon bankaları oldu. Verilerin coğrafi dağılımına göre, Ocak 2016- Eylül 2018 döneminde en büyük kömürlü termik santral projelerine sağlanan kredi finansmanın %30’u Japon bankaları tarafından sağlandı. Kömürlü santral işletmecilerinin en büyük 10 kredi finansörü listesinde ABD’den Citigroup (3,4 milyar dolar) ve Avrupa’dan HSBC (3,2 milyar dolar), Standard Chartered (2,2 milyar dolar) ile ING (1,9 milyar dolar) yer alıyor. Kömürlü termik santral işletmecilerine sağlanan finansmanın büyük kısmı kurumsal kredi finansmanı şeklinde ve bu tür finansman çoğu zaman bankaların sürdürülebilirlik vb. politikalarına tabii değil. Örneğin, Standard Chartered, 2018 yılında “Hiçbir yeni kömürlü termik santral projesine doğrudan finansman sağlamayacağız” ifadesinin geçtiği yeni bir kömür politikası izlemeye başladı. İngiltere merkezli banka, her ne kadar 2017 ya da 2018’de hiçbir kömürlü termik santralın doğrudan finansmanında yer almamış olsa bile Çin, Endonezya, Japonya ve Filipinler’deki büyük kömürlü termik santral işletmecilerine sağladığı kurumsal finansman miktarını 2017’deki 373 milyon dolardan 2018 yılının ilk üç çeyreğinde 1,18 milyar dolara çıkardı. 2017 politikasında tüm kömür şirketi finansmanlarını 2025 itibarıyla sonlandırmayı taahhüt eden Hollandalı ING bankası bile, 2018 yılında finansman ve aracılık yüklenimi faaliyetleri aracılığıyla kömürlü termik santral projesi sahibi şirketlere yaklaşık 500 milyon dolar civarında para akışı sağladı.

2018’de Artan Küresel CO2 Emisyonları Rekora Gidiyor

 Global Carbon Project (GCP, Küresel Karbon Projesi) tarafından Nature, Environmental Research Letters ve Earth System Science Data bilimsel dergilerinde yayınlanan 2018 Küresel Karbon Bütçesi’nde yer alan bulgulara göre CO2 emisyonlarında, belirsizlik aralığı %1,8-%3,7 olmak üzere, %2,7 oranında bir artış öngörülüyor. Karbon emisyonları, üç yıllık bir aradan sonra, 2017 yılında %1,6 oranında artmıştı. Küresel CO2 emisyonlarındaki bu artış, Paris Anlaşması hedeflerini tehlikeye sokuyor. IPCC’ye göre, küresel ısınmanın 2 derecenin oldukça altında tutulması için emisyonların 2030 itibarıyla yaklaşık olarak %20 azaltılması ve 2075 itibarıyla sıfırlanması gerekiyor. Küresel ısınmanın 1,5 derecenin oldukça altında tutulması için ise, emisyonların 2030 itibarıyla %50 oranında azaltılması ve 2050 itibarıyla sıfırlanması gerekiyor. Fosil kaynaklı (fosil yakıtlar, sanayi ve çimento) küresel CO2 emisyonlarındaki artış 2000’li yıllarda yılda %3’ün üzerinde seyrederken, 2010’lardan itibaren yavaşladı ve 2014-2016’da hafif bir artış haricinde sabit kaldı. Ancak, kömür kullanımındaki ve bireysel ulaşım, taşımacılık, havacılık ve gemicilikteki talep artışına bağlı olarak yaşanan küresel enerjideki -ve özellikle de petrol, doğalgaz ve kömürdeki- büyüme, karbonsuzlaştırma çabalarının önüne geçiyor. Her ne kadar küresel kömür kullanımının, tarihteki en yüksek düzeyinin hâlâ %3 altında olsa bile 2018 yılında, Çin ve Hindistan’ın enerji tüketimindeki büyümeye bağlı olarak, artması bekleniyor. Petrol ve doğalgaz tüketimi son 10 yılda neredeyse hiç hız kesmeden arttı. Doğalgaz kullanımı, kömür tüketimindeki düşüş ve sanayide doğalgaz talebinin artmasıyla birlikte artışa geçti. Petrolün başlıca kullanım alanları ise bireysel ulaşım, kargo, havacılık ve gemicilik ve petrokimya sektöründen oluşuyor. Atmosferik CO2 yoğunluğu 2018 ortalamasının, sanayi öncesi döneme göre %45 artarak, 407 ppm’e çıkması bekleniyor. Küresel emisyonların %27’sini teşkil eden Çin emisyonlarının 2018 yılında %4,8 oranında (%2-%7,4) artması ve yeni bir rekor kırması bekleniyor. Çin emisyonlarında görülen bu yeni büyümenin inşaat faaliyetleri ve ekonomik canlanma ile yakından ilişkili olduğu düşünülüyor.

En Büyük Delegasyonlar Afrika’dan

BMİDÇS tarafından yayınlanan listede, COP24’te toplam 22.771 kayıtlı katılımcı bulunuyor. Listedeki 22.771 katılımcının 13.898’inin belirli tarafları temsil edenler, 7.331 kişinin bilim insanı, iş grupları ve çeşitli sivil toplum örgütleri gibi gözlemci örgütlerdeki kişiler, 1.541’inin ise gazetecilerden oluştuğu belirtiliyor. Delege sayısının 14.000’in biraz altında olduğunu gösteren bu veri, COP24’ün taraf delegelerinin toplam sayısının Paris’ten daha düşük, geçen seneki COP’tan ise daha yüksek olduğunu gösteriyor. Son yıllarda olduğu gibi en büyük delegasyonlar Afrika ülkeleri tarafından gönderildi. Bonn’daki COP23’ün en büyük üç heyeti bu yılın da ilk beşinde yer aldı. COP24’teki tabloya, zirveye 406 delege gönderen Gine liderlik ediyor. Gine’yi ise 237 katılımcı ile Demokratik Kongo Cumhuriyeti takip ediyor. Üçüncü sırada, 211 delegesi ile bu yılın COP başkanlığını elinde bulunduran Polonya bulunuyor. Geçen yıl 492 delegeyle birinci sırada bulunan Fildişi Sahilleri, bu yıl 208 delege ile dördüncü sıraya yerleşiyor. Endonezya ise 191 delege ile listenin beşinci sırasında yer alıyor. Avrupa’da, Polonya’dan sonra zirveye en çok temsilci gönderen ülke ise 188 kişi ile Fransa. Altıncı sırada bulunan Fransa’yı, Almanya 153 kişi ile takip ediyor ve listede 10. sırada yer alıyor. COP’un taraflarından biri olarak dikkate alınan AB ise 83 delege ile 25. sırada. İngiltere ise 52 temsilcisi ile listede 40. sırada kendine yer buluyor.

Türkiye ise bu yılki konferansa 81 temsilci ile katıldı. Delegasyon heyetinin başında Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar bulundu. Türkiye, Paris’teki COP21’e 149, COP23’e ise 86 temsilci ile katılmıştı. ABD delegasyonunun bu yılki COP’ta 44 üyesi bulunuyor. Bu rakam Bonn’da 48, Paris’te ise 124 idi. Kuzey Amerika’nın geri kalanında da temsilci rakamlarının geçtiğimiz seneye göre gerilediği görülüyor. Hem Kanada hem de Meksika, geçen yılki delegasyon sayısını azalttılar. Kanada COP23’e 126 temsilci ile katılırken COP24’e 126 temsilci ile katıldı. Meksika’da da geçtiğimiz yıl 60 olan delege sayısı bu yıl 33’e düştü. Brezilya da bu trende ayak uydurarak COP23’te 128 olan delege sayısını bu yıl 107’ye düşürdü.

About Post Author