Dünyanın ve Kentlerin Değişmesi İçin “Şairlerin de Mühendislikle Uğraşmaları Gerekiyor”

Birleşik Kentler ve Yerel Yönetimler (UCLG) Genel Sekreteri Emilia Saiz, kültürün perspektifleri geliştirdiğini söylüyor ve şairlerin de mühendislikle uğraşmalarını sağlayarak ancak dünyanın ve kentlerin değişebileceğini ifade ediyor.

Röportaj: Sibel BÜLAY

Söyleşimize çok temel bir soru ile başlamak istiyorum. Arkadaşlarıma kültürü nasıl tanımladıklarını sordum. İlginç bir şekilde herkesin farklı bir tanımı vardı. Sizin için kültür nedir?

UCLG Genel Sekreteri Emilia Saiz

Kültür benim için hayatta kalmanın ötesinde yaptığımız neredeyse her şey demek. İnsan için hayatta kalmak yeterli değil ve hiçbir zaman olmadı. Ayrıca kültür bizi diğer hayvanlardan ayıran çok büyük bir farklılık. Hissettiklerimizi ifade etmek, değer verdiklerimizi ve önemsediklerimizi belirlemek; kültür bu. Kültürü salt ürettiklerimiz olarak tanımlayanlar olduğunu biliyorum ancak benim için kültür daha çok deneyimle ilgili.

Hayatta kalmanın ve yaşamın ötesinde bizim için anlamlı olan şeylere değer veriyoruz. Bunları diğerleri ile nasıl paylaşacağımız ise kültürün en temel bileşeni. Birleşik Kentler ve Yerel Yönetimler (UCLG) olarak kültürün sürdürülebilirliğin dördüncü bileşeni olduğunu ileri sürüyoruz ve kültür komitemiz bu konuda yoğun bir çalışma içinde. Bu çalışmalar kültürel ifadelerin, zanaatın, kitapların veya müziğin ötesine geçiyor. Onlardan daha derine iniyor ve hem soyutlanmış haliyle hem de somut performansıyla korumamız gereken bir şey haline geliyor.

UCLG için kültür, sürdürülebilirliğin dördüncü bileşeni olduğunu söylüyorsunuz. UCLG’yi kültürü dördüncü bileşen olarak benimsemeye iten neydi? Sürdürülebilirlik çerçevesinde eksik olan neydi de kültürü bu çerçeveye eklemeyi gerekli gördünüz?

Sanırım bunu açıklamak her zaman zor oldu. Bu konunun neden bu kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışırken uluslararası toplumla bunu müzakere eden birinin bakış açısından söylüyorum; bu konu önemli çünkü verimliliğin ve çözüm arayışlarının ilerisine giderek değerler ve inşa etmek istediğimiz yaşam tarzının kalitesi ile ilgili.

Ayrıca, bence içinden geçmekte olduğumuz şu zorlu sağlık krizi de bize sürdürülebilirliği salt toplumsal gelişme ve politik tartışmalar çerçevesinden değil, çok daha geniş açıdan ele almamız gerektiğini gösterdi. Kalkınmayı, diğer nesillere karşı sorumluluk bilinciyle anlamamız gerektiğini gösterdi. Kültürün, değerlerimizin ve inandığımız şeylerin güncelliğini sürekli olarak sorgulamamız için bize meydan okuduğunu gösterdi. Bu açıdan bakıldığında, kültürün sürdürülebilirlik ve kalkınma anlayışımıza çok önemli bir katman eklediğini düşünüyorum.

Kalkınma kısmının da çok önemli ve önceki söylediklerimle bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Kalkınma da yalnızca hayatta kalmakla ilgili değil, hayatta kalışınızın kalitesi ile ilgili. Gelecek nesiller için ne anlama geliyor? İçinde bulunduğumuz ekosistemin kalanı için ne anlama geliyor? 

Kültür komitemiz ve birçok üyemiz, kültürün sürdürülebilirliğin diğer tüm bileşenleri ile etkileşim içinde olduğunu göstermeye çalışıyor. Kültürü tek başına anlamamız gerektiğini veya kültürün her şey ile bağlantılı olduğunu söylemeye çalışmıyoruz. Günümüzün iklim değişikliği veya cinsiyet eşitsizliği gibi sorunları kültür perspektifinden ele alıyoruz. Kısaca bu konu değerler, değerlerinizi güncellemenin zorluğu ve kültürün kalkınmaya kattığı kalite ile ilgili. Eminim ki dünyanın dört bir yanından seçilmiş yetkililere sorarsanız, aynı soruya farklı cevaplar verilecektir.

Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi ve HABİTAT’ın yeni kentsel gündemi; her ikisi şehirlerimizin 2030 yılına kadar sürdürülebilir olmasını hedefliyor. Peki, kültürün bu hedeflere ulaşmamıza nasıl bir katkısı olabilir? 

Söylediğim gibi, yaptığımız her şeyde kültürel bir boyut bulabilirsiniz. Bu yüzden kültürü günlük zorluklardan ayıramazsınız. Pandemi sırasında verdiğim örneğe dönecek olursak; bence kültür, kültür sektörünün ürettikleri ile birlikte nüfusun kültürlerini nasıl deneyimlediklerini de kapsıyor. Aslında kültür, yaşadığımız acıların ve ıstırabın üstesinden gelmemize yardım ediyor. İnsanlar evde öylece tek başlarına kalamazlar; bir şekilde komşuları ile etkileşime girmek zorundalar ve bazı zamanlar bu etkileşim yalnızca balkona çıkıp belirli bir zamanda birlikte şarkı söylemekten ibaretti. Diğer zamanlarda kültür, aynı şeyi çok farklı bakış açılarından görebileceğimizi gösteriyor. Etrafımızdaki insanların ölümü karşısında neler yaptığımızı ve nasıl yas tuttuğumuzu nasıl açıklayacağız? Kültürün içinden çıkan şiirler ve yazılar göç gibi konuları farklı perspektiflerden açıklıyor. Bazıları için kültür insanları dışarıda bırakarak kendilerinin güven içinde yaşadıkları alan etrafında inşa ettikleri bir duvar. Diğer insanlar için kültür etkileşim kurmanın, duvarları yıkarak pencereye dönüştürmenin bir yolu.

Kültür, temelde düşündüğümüz şeylere meydan okumamıza yardımcı oluyor. İnsanlığın karşı karşıya olduğu küresel sorunları ele almak istiyorsak kendimizi milliyet gibi dar kavramla sınırlandırmamalıyız. Kendimizi tüm insanlığın bir parçası olarak görmeliyiz. Bunu da kültür sağlıyor.
Bazı sorularınızı yanıtlamakta zorlanıyorum çünkü bana hükümetle çalışan biri olarak mı yoksa yerel yönetimin savunucusu ve temsilcisi olarak mı sorduğunuzdan emin olamıyorum. Çünkü bu, size vereceğim yanıtları değiştiriyor.[su_pullquote align=”right”]UCLG’de kültürü bir eğlence olarak değil, insanlığımızın çok önemli bir parçası olarak anlaşılması için çalışıyoruz. Bunun için politika geliştirirken bu politikaların kültürel yönünü de ele almak; kültürel hakları dahil etmek gerekiyor.[/su_pullquote]

Sağlıktan katılımcı hükümetlere, insanların hareketlerine ve etkileşimlerine kadar kültürden ayırabileceğiniz ve kültürle bağlantı kuramayacağınız hiçbir alan yok. Bizler ilişkiye ve etkileşime ihtiyaç duyan varlıklarız. Bir araya geldiğimizde kültürler, şehirler inşa ediyoruz. Kentsel bir çağda yaşadığımız için bu, her geçen gün daha da önemli hale geliyor. UCLG’de kültürü bir eğlence olarak değil, insanlığımızın çok önemli bir parçası olarak anlaşılması için çalışıyoruz. Bunun için politika geliştirirken bu politikaların kültürel yönünü de ele almak; kültürel hakları dahil etmek gerekiyor. Bu bahsettiğim insanlara kültürü sunmakla ilgili değil; kültür dediğimiz şey aslında toplumun kendisi. Ve biz insanlar devamlı olarak kültürü inşa ediyoruz. Önemli olan insanlara bu sürece katılma hakkını vermek.

Bu köşede Carlos Moreno, Gil Penalosa, Yunus Arıkan ve Jan Gehl’ile de sohbet ettik. Hepsi şehre farklı açılardan bakıyor, ama bir noktada bir araya geliyorlar: Covid-19, şehirlerimizi yeniden düşünmemiz gerektiğini anlamamızı sağladı. Kültür, Covid’den en çok etkilenen sektörlerden biriydi. Şehirlerimizi yeniden düşünürken kültürün nasıl bir katkısı olabilir?

Kültürün burada çok kritik olduğunu düşünüyorum. Kültür karar verme sürecine dahil edilmeli ama kendi başına her probleme çözüm olacağını düşünmüyorum. Bence pandemi yaptığımız hataları ve işe yaramayan şeyleri açıklığa kavuşturdu. Gelecekteki dünyayı hayal edebilmemiz için kültürle birlikte iletişimin ve etkileşimin de yardımına ihtiyacımız var. Bunun için de insanların özgürce yaratabilmelerine izin vermemiz lazım. Aksi takdirde mevcut parametrelerde sıkışıp kalacağız ve yeni bir şey yapmayacağız.

İnsanların bu özgürlüğü, kültürü ve kültürel tecrübelerin tadını çıkarmasına izin vermeliyiz. UCLG’deki çalışmalarımız açısından kültür ve özgürlüğün, son derece önemli olduğunu düşünüyorum. İnsanların zevk almaları için yaratmalarına, yarattıklarını paylaşmalarına ve toplumun bir parçası haline getirmelerine izin vermeliyiz. Sahip olduklarımızı da korumalıyız. Ayrıca ne olmak istediğimizi ve nasıl bir gelecek istediğimizi düşünürken kültürel değerlerimiz bizi oraya götürecek mi sorusunu da sormalıyız.

Kültür tek başına yeterli olmayacak; hükümet tarafından, katılım yoluyla karar alma süreçlerine dahil edilmesi gerekiyor. Kültürün burada katkısı toplumun ve demokrasinin kalitesini derinleştirebilmesi. Ancak bunu yapmak için de insanların kültürü teatral bir anlatımın ötesinde anlamalarına izin vermelisiniz. Kültür yalnızca bir müze veya bir tiyatrodan ibaret değil, kültürün bir parçası olmanız gerek. Ama bunu ulusal veya uluslararası düzeyde değil yerel düzeyde yapabiliriz.

Hatta daha da ileri giderek şunu söyleyebilirim: Biz kültürümüzü mahallelerimizde deneyimliyoruz. Kültür ile mahallelerimizde özdeşleşiyoruz. Ve kültürel hizmetlerin keyfini mahallelerimizde çıkartıyoruz. Mahallemizdeki günlük yaşantımız ortak kültürümüzün bir parçası.
Ancak bu da yeterli değil. Şu an var olanın ötesinde bir şeyler yaratmak için insanların geçmişi anlamlarını ve geleceği hayal edebilmelerini sağlayacak olan hayal gücünü geliştirmeniz gerekiyor.

Arabalardan kurtulmak hava kirliliği sorununu çözmemize yetmeyeceği gibi kültür de şehirlerimizde her sorunun çaresi değil. Ama kültürün politikalara dahil edilmesi gerekiyor ve bu yüzden dördüncü bileşen olarak görülmesini istiyoruz.

Mahallelerdeki ortak kültür kavramı bana çok ilginç geldi. Geçtiğimiz son birkaç yıldır Türkiye’ye, dünyanın çeşitli yerlerinden mülteciler ve göçmenler geliyor. Son sayı nedir bilmiyorum ama Türkiye’de şu an 5 milyon kadar mülteciden bahsediliyor. Bu durumu çok renkli bir zenginlik olarak kutlayanlar var. Ancak genellikle insanlar, ülkelerine gelen bu yabancıların yaşam tarzlarının kendi değerlerini, kendi kültürlerini tehdit ettiğini düşünüyorlar. Sonuç olarak sosyal sorunlar yaşanmaya başlandı ve farklı kültürlerin bir arada yaşamakta çok zorlandığı mahallelerimiz var.

Farklı kültürler zaten sorun yaşadığım bir ifade çünkü bence kültür bundan daha akışkan. Biliyorsunuz ki kültür bir kimlik, belli bir yemek veya sanatsal ifadeden ibaret değil. Bunlardan çok daha büyük… Kültür, değer bulma ve yaratma kapasitemiz. Kültür, korumanız gereken bir şey değil; kültürü yalnızca gelişmesi için korursunuz. İşte bu nedenle çok kültürlülük benim özellikle zorlandığım bir kavram. Kültür sürekli bir evrim. Evet, korumanız gereken bir mirasınız var ama bu yalnızca sizin kültürünüz için geçerli değil. Kültür çok daha geniş bir kavram ve insanların her zaman bir kültürün parçası olmaları gerekiyor. [su_pullquote align=”right”]Farklı kültürler zaten sorun yaşadığım bir ifade çünkü bence kültür bundan daha akışkan. Biliyorsunuz ki kültür bir kimlik, belli bir yemek veya sanatsal ifadeden ibaret değil. Bunlardan çok daha büyük… Kültür, değer bulma ve yaratma kapasitemiz.[/su_pullquote]

İnsanlar yer değiştirmeye başlayınca elbette birçok bilinmeyenle karşı karşıya kalıyor ve bu bilinmeyenler, sahip olduğunuz çoğu şeye meydan okuyor. Ancak insanlık böyle evriliyor. Bugün kültür olarak anladığımız şeyin büyük acılara neden olduğunu da netleştirelim. Örneğin dünyadaki kadınlara bakın. Dünya çapında savunulan bazı kültürel değerler kadının eşit olmadığı üzerine kurulu. Bu da benim kendimi hiç özdeşleştiremediğim bir toplum. Yani burada kültür suçlu mu? Hayır, sanmıyorum. Bu yalnızca içinde bulunduğumuz yolun bir bölümüne verdiğimiz bir yorum ve bireyleri toplumda nasıl konumlandıracağımızı kurma biçimimiz. Bu nedenle, toplumlar ve insanlık olarak kültürü daha geniş bir perspektiften anlamamız gerekiyor ki bu da UCLG üyelerinin yaptığı şey.

Bu Türkiye’deki insan hareketliliği ve bahsettiğiniz durumun zor olmadığı anlamına gelmiyor. Bazı şeylerin zor olduğunu biliyoruz ve toplum olarak inşa ettiğimiz bazı temeller hareket ediyor. Ancak insanlar şunu anlamalı: Hareketlilik her zaman kötü bir şey değil. Ve şu an yalnızca değerleri yeniden şekillendirmekle kalmayıp hepimizin geleceğe bakış açısını da yeniden şekillendiriyor olabiliriz. Yani bu yıkımla ilgili değil, inşa etmekle ilgili. Ve bunu gerçekten yapabilecek biri varsa o da toplumdur.

Bu konuları soyut olarak ele aldığınızda çok zorlanırsınız. Tarih boyunca mahallelerde farklı toplum türleri inşa etmeyi başardık. Bu nedenle bu konu mahalle düzeyinde ele alınmalı.

Çalışmalarımızın bir amacı farklılığı çatışma kaynağı olarak değil, yapıcı bir unsur olarak görülmesini sağlamak olduğunu düşünüyorum. Bunun gerçekten zor bir görev olduğunun farkındayım. Ve bu soruyu sorduğuna çok sevindim. Ben bu sorunun kültürün çok dar bir açıdan tanımlanmasıyla bağlantılı olduğuna gerçekten inanıyorum.

Dünyanın çoğu yerinde kültür hakkında konuşulduğunda genellikle miras hakkında konuşuluyor ve yaratıcılıktan bahsedilmiyor. Ben kültür dendiğinde yaratıcılığın son derece kritik olduğunu düşünüyorum. Kültür komitemiz, kültür konusunu çok daha geniş açıdan ele alıyor.

Geleceğe bakışımızı yeniden şekillendirmekten bahsetmiştin, bence geleceği yeniden şekillendirme ihtiyacı bizi rahatsız eden şeyin kaynağı olabilir. Statükonun vermiş olduğu rahatlık varken değişimden bahsetmek insanı ürkütebiliyor.

Şu an annemle çay içiyor olsaydım ben de bu düşünceye katılırdım. Ancak geriye baktığınızda değişimin de hayatın bir parçası olduğunu kabul ediyoruz. Biz insanlar değişmeyen çok az şeye sahibiz. Her şey değişiyor ve biz de sürekli değişiyoruz; dünyayı nasıl algıladığımız, nasıl deneyimlediğimiz değişiyor… Bu, doğamızın bir parçası. Şu an her şeyi 14 yaşımda deneyimlediğim gibi deneyimlemiyorum. Toplum olarak bazı referanslara odaklanıyoruz ve bazen bizimle birlikte hareket etmekte olan referansları görmüyoruz.

Yine miras konusuna dönmek istiyorum; mirası bir evrim olarak da görebilirsiniz. Benim neslimin İspanya’daki mirasımıza sömürgeci bir güç olarak bakışı, kesinlikle büyükannemin neslinin bakışından farklı. Katılıyorum, değişim zor. Ve bunu zorlaştıran insanların değişim sonrasını hayal etmeleri için gereken araçları vermiyor olmamız. Benim için en önemli unsur bu.

Örneğin iklim acil durumunun kültürel boyutu üzerinde de çalışmalıyız. Bu konuda da insanların yaratıcı olmalarına izin vermeliyiz. İnsanları bir ekonomik modele hapsedip tüm sorunları bu model içinde çözmelerini bekleyemeyiz. İmkanlarımızı genişletmeli ve farklı perspektiften bakmalıyız. [su_pullquote] Örneğin iklim acil durumunun kültürel boyutu üzerinde de çalışmalıyız. Bu konuda da insanların yaratıcı olmalarına izin vermeliyiz. İnsanları bir ekonomik modele hapsedip tüm sorunları bu model içinde çözmelerini bekleyemeyiz.[/su_pullquote]Bu yüzden kültür çok önemli. Dünyanın yalnızca mühendis bakış açısıyla inşa edilmediğinden emin olmalıyız; şairlerin de bilimimizi geliştirme çalışmalarında yer alması gerekiyor. Mimarların da kültürel programların geliştirilmesinde rol aldıklarından emin olmalıyız. Politikalar oluştururken nesiller arası bir perspektiften baktığımızdan emin olmalıyız. Kültürün bu konulara dahil edilmesinin nedeni, hemen hemen her şeye meydan okuyor olması.

Sanırım değişimin her şeyin bir parçası olduğunu kabullenmemiz gerekiyor. Her kültürün bir değişmeyeni var: O da değişim. Bu tartışmayı tatillerde ailemle de yapıyorum. Hepimiz değişiyoruz… Her şey değişiyor… Bir zorlukla karşılaştığımda, bir sorunu çözmeye çalıştığımda farklı fikirler sunanlara her zaman minnettar olmuşumdur. Farklılıklar olmasa hep aynı şeyi göreceksin. Bu bir nesneyi görmenizi sağlayan ışık gibi; karanlık tarafınız yoksa ışığı göremezsiniz. UCLG’de kültürü, nesnenin tamamını görmemizi sağlayan bir ışık olarak kullanıyoruz.

Şairlerin mühendislikle uğraşmaları gerektiğini söylemen ilginç. Ben makine mühendisiyim ve sizi dinlerken bir şairin benim işime ne katabileceğini düşündüm. Bazen mühendisler olarak çok teknik olabiliyoruz, bir şey yaparken teknik açıdan en iyisini yapmak isteriz. Bunu kullanacak kişinin gerçek ihtiyacını anlamak için çok uğraşmayabiliriz. Ama bu sürece bir şairi dahil etmek bize insanlığa hizmet ettiğimizi hatırlatır. Bu fikir çok hoşuma gitti.

Bu farklı bir tasarım türü. Her canlının şiirle ilgisi olduğunu iddia etmiyorum. Ama şiir, bir şeyler tasarlamanız veya neye ihtiyacınız olduğunuzu anlamanız konusunda farklı bir bakış açısı sunar. Neyin vazgeçilmez olduğunu belirlemenizi sağlar ve bunun gibi birçok soru getirir. Bir mühendisin düşüncesini sorgulamasına yardımcı oluyorsa, bu yeterli olur.

Covid-19 hakkında konuşurken yas tutmaktan bahsetmiştiniz. Bana bir şey hatırlattınız ve sizinle de paylaşmak istiyorum. Türkiye’nin batısında yaşanan 1999 depreminden sonra bir çadır kenti yönetmiştim. İlk haftalar feciydi. İnsanlar şok ve acı içindeydi. Daha sonra çadır kente dört tane saz getirdim. Saz geleneksel bir müzik enstrümanı. Çadır kentin ortasına büyük bir ateş yaktık. İnsanlar yavaş yavaş ateşin etrafında toplandılar ve sazları çalabilenlere dağıttım. Hep bir ağızdan hüzünlü türküler söylediler. O geceden sonra bunu sık sık yaptık.

Kültür hüzünlerimizi yaşamamızı ve mutluluğumuzu ifade etmemize yardım ediyor. Mutluluğunuzu ifade etmezseniz o mutluluğun yarısı gidiyor zaten. Mutluluğun bir parçası da onu paylaşmak, değil mi? Peki siz bunu nasıl yaptınız? Müzikle. Afganistan’da insanların içinde bulundukları korkunç durumlara uzaktan da olsa dahil oldum. Bu insanlar için müzik neredeyse hayatın kendisi kadar önemli. Saraybosna’da savaş devam ederken tiyatro oyunları oynandı; insanlar bir araya gelsin diye yeraltında konserler veriliyordu. Büyükannem ve büyükbabam benzer şeyleri burada, İspanyol İç Savaşı boyunca yaşadılar. Bunu hemen hemen her yerde görebilirsiniz…

Son söz olarak ne söylemek istersin?

Günün sonunda hükümetler kültüre bir alan yaratmalılar. Bunu gerçekleştirmek için çalışıyoruz.

Sibel Bülay

Akıllı Şehirler Danışmanı | Yaşanabilir Kentler

Önerilen makaleler