#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
Çölleşme

Çölleşme ve Kuraklık: Geleceğimiz Susuzluk ve Yangınlarla mı Yazılacak?

Kuraklık ve çölleşme artık uzak coğrafyaların değil, bizim yaşadığımız mahallelerin gerçeği olmuş durumda. Birleşmiş Milletler’in (BM) verilerine göre, dünya topraklarının üçte biri çölleşme tehdidi altında. Türkiye de ne yazık ki yüksek çölleşme riski taşıyan ülkeler arasında.

Aynur KOLBAY HÜLYA, MarjinalSosyal Direktörü

Son haftalarda İzmir’de yaşanan su krizi, aslında geleceğe dair bir felaket senaryosunun artık bugünün gerçeği olduğunun kanıtı gibi. Barajlar kurudu, musluklardan su akmaz oldu… 21. yüzyılda, Ege’nin en büyük şehirlerinden birinde… Ve bu sadece İzmir’e özgü değil. Konya’dan Muğla’ya, Edirne’den Urfa’ya kadar birçok ilde aynı kabus yaşanıyor: Toprak susuz, tarla verimsiz, doğa nefessiz. İklim krizi öyle bir noktaya geldi ki yangınlarla mücadele edebilmek için yağmur duasına bile çıkıldığını gördük.

Kuraklık ve Çölleşme Hızlanıyor

Kuraklık ve çölleşme artık uzak coğrafyaların değil, bizim yaşadığımız mahallelerin gerçeği olmuş durumda. Birleşmiş Milletler’in (BM) verilerine göre, dünya topraklarının üçte biri çölleşme tehdidi altında. Türkiye de ne yazık ki yüksek çölleşme riski taşıyan ülkeler arasında. WWF-Türkiye’nin tatlı suya dair raporları bu konuda oldukça çarpıcı veriler sunuyor. Türkiye’de kullanılabilir su miktarı, kişi başına düşen yıllık 1.000 metreküp sınırına yaklaştı ve bu da ülkeyi “su stresi altındaki ülkeler” sınıfına sokuyor. Diğer yandan tarımda kullanılan suyun %77’si hâlâ vahşi sulama yöntemleriyle boşa akıtılıyor. Bu, yalnızca ekonomik bir kayıp değil; biyoçeşitliliğin yok oluşu, tarımsal üretimin düşmesi ve göç gibi toplumsal kırılmalarla da sonuçlanıyor.

Çölleşme ve kuraklık yalnızca iklimsel değil, aynı zamanda sosyal bir kriz de. Tarımda verim kaybı, artan gıda fiyatlarıyla birlikte gıda güvensizliğini derinleştiriyor. Geçimlik tarım yapan küçük aile çiftçileri bu noktada en büyük darbeyi alanlar arasında. Kadınlar, özellikle de kırsal bölgelerde yaşayan kadınlar, suya erişim sorunu nedeniyle daha fazla yük üstleniyor. Ve bu durum toplumsal eşitsizlikleri daha da görünür hale getiriyor.

Her Şeye Rağmen Hâlâ Umudumuz Var

Tüm bu tabloya rağmen hâlâ umudumuz var. Sürdürülebilir tarım tekniklerinin yaygınlaştırılması, damla sulama gibi tasarruflu sulama yöntemlerinin teşviki, yerel tohumların korunması, çiftçilerin desteklenmesi, biyoçeşitliliğin korunması ve sünger şehirler gibi doğa ile uyumlu kent modelleri günümüzde birer seçenek değil, zorunluluk!

Bir diğer önemli adım ise bireysel ve toplumsal davranış değişikliği. “Suyu kullanırken bir kere daha düşün”, “Gereksiz tüketme”, “Yerli üreticiden alışveriş yap”, “Ormana giderken sigarana dikkat et” demek belki klişe gibi gelebilir ancak tam da bu kadar basit düzeydeki alışkanlıklar bizim hayatta kalma sınavımızın anahtarı olabilir.

Dayanışma Kurtarır

Kuraklığa karşı en etkili mücadele yöntemlerinden belki de en önemli ve etkililerinden biri de toplumsal dayanışma. Yaşadığımız mahallenin su politikalarına dahil olabilmek ya da politikalar üretilmesini sağlamak, kent bostanlarına destek vermek, yerel yönetimlerden yağmur suyu hasadı altyapıları talep etmek, çocuklarımıza doğa okuryazarlığı kazandırmak vb. Yani kısacası, “Senin benim meselem değil, hepimizin meselesi” diyebilmek.

Eğer bu iş böyle devam ederse, yani doğaya olan borcumuzu ödemeden yaşamaya çalışırsak, yakın gelecekte tarım yapılamayan topraklar, içilemeyen sular, yaşanılamayan şehirler kaçınılmaz olacak gibi duruyor. Ama gidişatı tersine çevirmek için hâlâ bir umut ışığı var. Çölleşmeye karşı yeşeren umut, bazen bir tasarrufla, bazen bir fideyle, bazen bir komşuluk ilişkisiyle başlayabilir.

Belki bir yağmur duasıyla değil ancak birlikte atacağımız adımlarla toprağa, suya ve geleceğimize yeniden bereket getirebiliriz.

Marjinal Sosyal

Kolektif Amaç Sorumluluk Projelerinin Geliştirilmesi ve Uygulanması | Marjinal Sosyal