Acı bir deneyimden zafere dönüşen Tohoku’nun başarı hikayesi, dünyanın herhangi bir yerini her an vurabilecek olan bir sonraki felakette kayıpların azaltılması için yeni nesil dirençli şehirlerin laboratuvarı haline dönüşmüş durumda. Bizlerse her depremden sonra bir süreliğine şehirlerimizde “diken üstünde” hayatlar sürüyor, sonra unutmanın konforuna her defasında biraz daha isteyerek sığınıyoruz. Unutuyoruz çünkü hatırlamak çaba istiyor, cesaret, irade ve eylem istiyor.
Arif ERGİN, Yeşil Ekonomi ve İklim Finansmanı Uzmanı [email protected]
2011 yılının 11 Mart’ı Japonya’nın kuzeydoğu kıyısında 9,1 büyüklüğünde bir depremle başladı. Sarsıntı yaklaşık 300×150 km’lik bir fay zonunda ortaya çıktı ve sismik kayma hareketi yer yer 50 metreye ulaştı. Konuyu deprem uzmanı olmayanların anlayabilecekleri örneklerle açıklamak gerekirse depremde Japonya’nın ana karası kabul edilen en büyük adası Honshu birkaç metre doğuya savruldu! Sahil şeridi çökerek 0,6 m kadar alçaldı. Artçı sarsıntılar günlerce sürdü; bunların arasında büyüklüğü 7’yi aşan onlarca artçı deprem vardı.
Tsunami ve Zincirleme Afetler
Depremin neden olduğu tsunami, Tokyo’dan Alaska’ya kadar okyanusun öteki ucunu dahi etkiledi. NASA’nın analizine göre, ortalama 10 metrelik dalgalar kentleri vururken Miyako (Iwate) gibi bazı kentlerde en yüksek dalga 40,5 metreye ulaştı. Başka bir deyişle 15 katlı apartmanları aştı. Dalgalar kısa sürede karada 10 km kadar içeri girdi ve görgü tanıklarının ifadesine göre “duman gibi köpürerek ağaçların üzerinden” gelip köyleri yuttu. Aslında Japonya bu tür felaketlere oldukça hazırlıklı bir ülke olarak biliniyordu, ki gerçekten de öyleydi. Japon Meteoroloji Ajansı depremden sadece üç dakika sonra tsunami uyarısı yayımlamıştı; ancak felaketin ölçeği beklentilerin çok üzerindeydi. Sahil boyunca tsunamiye karşı inşa edilmiş beton setler kolayca aşıldı, eski binaların önemli bir kısmı yıkıldı, birçok ev temellerinden sökülüp sürüklendi. Kıyılardaki tüm parkalar ve yeşil alanlar su altında kalarak uydu görüntülerinde bile maviye dönüştü. Japonya’nın coğrafi şekli kalıcı olarak değişti. Beni en çok etkileyen verilerden biri de deprem sonrasında dünyanın ekseninin 17 santimetre sapmış olmasıydı. Bu sapma nedeniyle dünyanın güneş etrafında tam bir tur atması süresi 1,7 mikro saniye kısaldı ve günler artık 24 saatten daha kısa sürmeye başladı!
Afetin Şehirlere ve Topluma Etkisi
Japon Haber Ajansı’nın aktardığına göre, 2000 kilometreyi aşkın kıyı hattı deprem ve neden olduğu afetlerden etkilendi. Iwate, Miyagi ve Fukushima illerinde 400 km²’den fazla kara sular altında kaldı. En ağır zarar gören sahil kenti Rikuzentakata’da binlerce kişi hayatını kaybetti ve konutların %75’i yok oldu. NASA uyduları, dalgaların bu küçük şehrin çam ormanını bile yutmasını ve bir süre sonra geri çekilerek denizde bir ada gibi sürüklenmekte olan devasa enkaz yığınını gösteriyordu. Arabalar ve evler suyun üzerinde çaresizce sürüklenirken karada ise kıyıdan kilometrelerce içeride toprağa saplanmış dev gemiler, felaketin boyutuna sessizce tanıklık ediyordu. 17. yüzyıldan kalan ve tsunamiyi yavaşlatması için dikilmiş çamlardan oluşan ormanın üzerinden geçen dalgalar, 70.000’den fazla ağacı kökünden söküp denize sürüklemişti. Aynı şekilde, Miyako (Iwate), Ofunato ve Taro gibi yerlerde dalgalar 30–40 metreyi aşarak tepelere ve dağ yamaçlarına bile ulaştı. Pasifik tabanında açığa çıkan enerji o kadar yüksekti ki Japon ana karası birkaç metre kaydı. O geceye dair uydu görüntülerinde Japonya’nın büyük bölümü simsiyah ürkütücü bir karanlık olarak görünüyordu.
Felaketin toplumsal bedeli de ağır oldu. Resmi verilere göre on binlerce ölü ve kayıp vardı. Fukuşima Nükleer Santralı’nın yedek jeneratörleri tsunami ile bozulunca, Japonya ve dünya tarihinin en büyük nükleer felci başladı. Bölgede binlerce kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı. UNESCO raporuna göre, Mart 2011’den hemen sonra resmi olarak 115.000 civarında insan barınma merkezlerine sığındı.
Yeniden İnşa ve Hazırlık
Tüm bunları yazma sebebim okuyanları dehşete düşürmek değil. Aksine böylesine büyük bir felaketten sonra bile nasıl hızla toparlanılabildiğini ve felaketten çıkarılan derslerle nasıl kısacık bir sürede iklim ve afet dirençli kentler inşa edilebildiğini anlatmak, yani umut vermek.
Japonya o felaketten sonra zaten iyi durumda olduğuna inandığı pek çok başlıkta politika ve süreçlerini sil baştan ele aldı ve çok önemli yapısal değişikliklere gitti.
İklim Dirençliliği
Deprem sonrası Japonya, şehirlerini “akıllı kent” anlayışıyla yeniden tasarlayarak iklim değişikliği ve benzeri afetlere karşı direnç kazanmayı amaçladı. Ulusal Dirençlilik Programı kurularak yedek enerji sistemleri ve mikro-şebekeler geliştirme çalışmalarına öncelik verildi. Bu kapsamda Miyagi’deki Higashimatsushima şehri hızla yenilenebilir enerjiye yöneldi ve en ağır zarar gören şehirlerden biri olmasına rağmen bugün iklim dirençli bir “Eko Kent” örneği haline geldi. Şehirde tsunami enkazından yapılan bir dalga kıran set ve Kizuna adlı 15.000 panelli yeni bir güneş enerjisi santralı inşa edilerek hem enerji bağımsızlığı sağlandı hem de uzun vadeli iklim dayanıklılığı artırıldı.
Çevresel ve Sosyal Sürdürülebilirlik
Japonya’nın Tohoku bölgesindeki yeniden yapılandırma sürecinde, çevresel ve sosyal sürdürülebilirlik ön planda tutuldu. Örneğin Iwate’nin Kamaishi kenti, depremzede mirasını turizm ve kültür yoluyla korumayı seçti. Kent, yıkılan alanların bazılarını “Açık Hava Müzesi”ne dönüştürdü; böylelikle kasaba halkı felaket deneyimini sahiplenerek yeni bir yaşam ve kültürel sürdürülebilirlik alanı yarattı. Bu sayede hem ekonomik kalkınma hem de kültürel miras korunmuş oldu. Diğer yandan sahil kesiminde bulunan Sannoiwa gibi doğal yapı ve ormanlık alanlar, Sanriku Fukkō (Yeniden İnşa) Ulusal Parkı kapsamında koruma altına alındı. Böylelikle hem ekosistemin korunması hem de afet öncesi–sonrası doğa dengesinin sürdürülmesi hedeflendi.
Enerji (Özellikle Yenilenebilir Enerji ve Enerji Verimliliği)
Fukushima nükleer felaketinin ardından Japonya’nın enerji politikası köklü değişikliklere uğradı. Nükleer santralların çoğu geçici olarak durdurulup yerini yenilenebilir enerji kaynaklarına bıraktı; sonucunda 2011’de %10’un altında olan yenilenebilir enerji payı 2020’de %23’e ulaştı. Elektrik piyasasında yapılan reformlarla yerel yönetimler kendi enerji projelerini geliştirme imkanı buldu: Miyagi’nin Higashimatsushima kenti, 2011–2016 arasında yenilenebilir kurulu gücünü 800 kW’dan 15.000 kW’a çıkardı. Hükümet ayrıca Yeşil Yeni Düzen adında bir fon oluşturup okullara ve kamu tesislerine güneş panelleri ile enerji depolama sistemleri kurmayı teşvik etti. Öte yandan nükleer santralların kapanmasıyla yaşanan elektrik açığı için 2011 yazında kapsamlı bir tasarruf kampanyası yürütüldü; büyük şirketlere enerji verimliliği zorunluluğu getirildi ve halk enerji verimliliği konusunda bilinçlendirilerek elektrik tüketimi %12 oranında azaltıldı.
Altyapı (Yol, Demir Yolu, Bina Güçlendirmeleri, Tsunami Duvarları)
Kıyı mühendisliği radikal şekilde güncellendi ve kıyı kasabalarını tsunamiye karşı korumak için sahil hattına yeni dalga kıran duvarları inşa edildi. Örneğin Miyako şehrinin Taro Mahallesi’nde yıkılan liman yerleşimini korumak için 10 metre yüksekliğinde koruyucu set inşa edildi. Yaklaşık 395 km uzunluğunda sahil şeridi tsunami duvarı ile koruma altına alındı. Hükümet, felaketten sonra kuzeydoğu sahillerine de yaklaşık 400 km’lik yeni beton set inşa edip, bu setlerin yüksekliğini 14–15 metreye kadar yükseltti. Böylelikle daha büyük bir tsunami dalgası geldiğinde bile suyun taşması geciktirilerek halkın tahliyesi için ek süre kazanılması hedeflendi.
Karayolları ve demiryolları hızla güçlendirildi; yıkılan toplam 570 km yolun %95’i tekrar inşa edildi. Mevcut bütçenin büyük kısmı köprüler, ulaşım hatları ve acil erişim yolları gibi altyapı yatırımlarına ayrıldı. Öte yandan binalar açısından, Japonya’nın zaten sıkı olan deprem yönetmelikleri 2011’deki testten başarıyla geçti: Yönetmeliğe uygun yeni binaların çoğu ayakta kalırken hasar gören eski yapılarda güçlendirme çalışmaları hızlandırıldı.
Halkın Eğitimi ve Bilinçlendirilmesi
Uzun yıllardır Japon toplumu günlük hayatında afet riskini minimize etmeye odaklanan bir yaşam biçimine sahip. Okullarda, iş yerlerinde ve yerel yönetimlerde düzenli olarak tahliye tatbikatları yapılıyor. Büyük Kanto depreminden kalan kültürle 1 Eylül “Afet Farkındalık Günü” ilan edildiği için her yıl okullar ve kurumlar bu tarihte toplu tatbikat düzenliyor. Ayrıca yerel yönetimler, her haneye afet öncesi hazırlık kitapçıkları ulaştırıyor ve web üzerinden “tehlike haritaları” yayımlayarak su baskını, tsunami, nükleer sızıntı veya çığ tehlikesi altındaki bölgeler konusunda vatandaşları bilgilendiriyor. Bu ve benzeri çalışmalarla toplumun tamamında afet bilincinin güçlendirilmesi ve hep canlı tutulması hedefleniyor. Çünkü şehir dediğimiz şey, sadece binalar değil; ortak bir hafıza, birlikte alınmış dersler ve birlikte yaşama iradesidir.
Bugün bölge büyük ölçüde yenilenmiş ve dönüşmüş durumda. Dünya Bankası’nın 2021 raporu, kıyameti yaşayan bölgenin 10 yıl gibi kısa bir süre içinde “normal hayata dönüş” sürecini özetliyor: Deprem bölgesindeki çoğu insan artık kalıcı evlere taşınmış; yeniden inşa edilen demir yolu, kara ve kıyı altyapısı büyük ölçüde tamamlanmış durumda. Tarım ve balıkçılık yeniden canlanırken Japonya kıyılarını defalarca vuran büyük dalgalar artık daha teknolojik bir şekilde anlık olarak takip ediliyor. Acı bir deneyimden zafere dönüşen Tohoku’nun başarı hikayesi, dünyanın herhangi bir yerini her an vurabilecek olan bir sonraki felakette kayıpların azaltılması için yeni nesil dirençli şehirlerin laboratuvarı haline dönüşmüş durumda. Bizlerse her depremden sonra bir süreliğine şehirlerimizde “diken üstünde” hayatlar sürüyor, sonra unutmanın konforuna her defasında biraz daha isteyerek sığınıyoruz. Unutuyoruz çünkü hatırlamak çaba istiyor, cesaret, irade ve eylem istiyor.
1999 depremi sonrası Marmara bölgesindeki hemen hemen tüm şehirlerin nüfusu anormal derecede artıp ikiye katlanırken her 4 büyüklüğünde depremde bile “son dakika” manşetleri atan medyamızda Tohoku hiç gündem oldu mu, inanın bilmiyorum. Oysa küllerinden doğan Tohoku’nun sessiz dirayeti, bize kendi aynalarımızı tutmalı: Deprem değil, hazırlıksız olmak öldürür. Ve hazırlık, bir günde değil, sadece beton ve çelikle de değil; bir toplumun günlük yaşamının her zerresinde, kültüründe, ahlakında, eğitiminde, yani karakterinde inşa edilir. Karşıt görüşteki profesörleri “kapıştırıp” Richter-toto oynatarak bir sonraki depremin 6 mı 7 mi olacağını tahmin etmeye çalışmak yerine belki de artık gerçekten, samimiyetle kendimize sormamız gereken soru şu: Biz, bu karakteri inşa etmeye ne zaman başlayacağız?