Gıda

“Ekonomi mi Çevresel Hassasiyet mi Noktasında Devletler Ekonomi Diyor”

COP28, gıda sistemlerine dair önemli deklarasyonların imzalandığı ve raporların yayımlandığı bir zirve oldu. Et ve süt endüstrisi lobisinin rekor katılımı haklı endişelere ve tartışmalara neden olurken Dr. Ezgi Ediboğlu Sakowsky, yine de zirvenin sürdürülebilir gıda sistemlerini kapsamlı bir şekilde ele almasının sağladığı avantajlara dikkat çekiyor.

Yazı: Bulut BAGATIR

1,5 derece eşiğinde kalmak adına gıda sistemlerinin dönüştürülmesi şart. COP28’in tematik takviminde kendine yer bulan gıda gününde ise bir bildirge duyuruldu. Bildirgeyi ve COP genelinde gıdaya dair olan gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz?

Gıdayla ilgili konuşabileceğimiz ilk COP oldu bu. O anlamda çok değerli. Gerçek anlamda sürdürülebilir gıda sistemleri çokça tartışıldı. Bildiğiniz gibi iklim değişikliği rejimi, devletlerden Ulusal Katkı Beyanları (NDC) istiyor. Bu COP’la beraber 159 devlet, ki bu sayı artacaktır, bundan sonraki NDC’lerinde gıda kaynaklı emisyonları da hesaba katmak durumunda. Dünyadaki emisyonların üçte birinden bahsediyoruz. Hesap yöntemi biraz farklı tabii. Ulaşım da, enerji de, arazi kullanımı da bunun içerisinde. Tüm döngüyü içerisine katıyor. Bu nedenle böyle bir adımın atılması önemli. Türkiye de imzaladı bu bildirgeyi ve 2025’e kadar NDC’sinde gıdaya yer verecek.

Bu deklarasyon bağlayıcı değil, bir taahhüt elbette ancak bağlayıcı olmaması bunu değersiz kılmıyor. Zaten uluslararası iklim rejimi taahhütler üzerinden yürür. Bu bir sürpriz değil. İklim müzakerelerinde tek bir kelime için ülkeler saatlerce tartışabiliyor. O deklarasyonun içerisindeki her kelimenin ne denli önemli olduğunu buradan anlayabiliriz.

Bu bağlamda değerlendirirsek deklarasyonun içerisinde çok önemli noktalar var. Öncelikle gıda sistemlerinin dayanıklı ve sürdürülebilir olmasının altı birçok kez çiziliyor. Bunun yanı sıra sosyal sistemlerle insanların açlıktan korunmasından ve gıda güvenliğinden bahsediliyor. Suyun yönetimini açık bir şekilde hesaba katın diyor. Tarım ve arazinin dışında sulamanın da önemine dikkat çekiyor ki bu çok kritik. Tatlı sular dünyada öksüz kalan bir konu. Burada açık bir şekilde çağrı yapılması oldukça kıymetli. Ekosistemleri korumak, toprak sağlığı, biyoçeşitlilik, gıda israfı ve kaybı değindiği diğer konular. Devletlerin bunları da hesaba katmasını talep eden bir bildirge var karşımızda.

COP sürecini bir bütün olarak yorumlarsak eleştireceğimiz noktalar da var. Bildiğiniz üzere Küresel Durum Değerlendirmesi ve Küresel Uyum Hedefi var. İkisinde de gıda sistemleri geçiyor fakat iş azaltıma geldiğinde onu göremiyoruz; daha çok ima ediliyor. Özellikle arazi kullanımında gıda sistemleri emisyonlarla oldukça ilgili ancak bundan azaltım başlığı altında bahsetmemek büyük bir eksiklik. Bu sadece bir uyum sorunu değil.

Bazı devletler küçük gruplar halinde girişimler başlattı, çağrılar yaptı. Örneğin bunlardan biri “Gıda Sistemlerinin Dönüşümü için Şampiyonlar İttifakı”. Aralarında Norveç, Brezilya, Ruanda, Kamboçya ve Sierra Leone bulunuyor. Gıda sistemleri ile ilgili iddialı olduğunu söyledikleri 10 ayrı alanı kapsayan bir müdahale yolu çizdiler. Gıda sistemlerini dönüştürmeyi amaçlıyorlar. Bütüncül bir planları var. Diğer ülkeleri etkilemeleri harika olur.

Bütün bunların ötesinde bence bu COP’un en büyük gelişmelerinden biri özel sektörü tüm sürece çok sıkı bir şekilde dahil etmesi oldu. Gıda ile ilgili de benzer bir durum var. Deklarasyon yayımlandıktan sonra, bunun sadece devletlerin işi olmadığı gibi bir görüş güçlendi. Çiftçi örgütleri, yerli halklar, şirketler ve bilimsel araştırmalar yapan kuruluşlar için eylem çağrısında bulunuldu. En nihayetinde dev şirketlerin, çevreci hareketlerin, yerli halkların katılımcısı olduğu çok büyük bir ağ oluşturuldu. Ortak çalışma alanları ve finansman gibi bazı hedefler belirlenecek. Nasıl bir etki yaratacağını daha bilmiyoruz fakat yatırımla ilgili iyi bir adım olduğunu söyleyebiliriz. Yüksek rakamlardan bahsediyorlar. Bunun ortaklaşması nasıl olacak, göreceğiz. Herkesin kafasında bazı şüpheler var tabii ancak küresel işbirliğini hızlandırmaya çalıştıklarını biliyoruz.

Özel sektör demişken, zirve sırasında DeSmog isimli bir haber sitesi et ve süt ürünleri lobisinin COP28’e rekor düzeyde katılım gösterdiğini ortaya koydu. Aktivistlerin en büyük şüphesi ise, bahsi geçen lobinin endüstri kaynaklı metan emisyonlarının gündemde yer almamasını sağlamak için çalışmasıydı. COP’ta nasıl bir etki yaratmış olabilirler?

Lobinin doğrudan etkisini bir katılımcı olarak görmem çok mümkün değil. COP inanılmaz skandallarla başladı. Eski bir BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) çalışanı, gıda bazlı emisyonların çok daha önceden hesaplandığını fakat raporların FAO tarafından, lobiciler nedeniyle, ortaya çıkarılmadığını iddia etti. Çok güçlü bir lobiden bahsediyoruz. Garip iddiaları olduğunu da biliyoruz. Konuştuğunuzda etin sağlığından bahsediyorlar. Ne kadar etkilediler konusu ise şu an için muamma.

Metan bazında da bir etkileri oldu mu, emin değilim. Bizi şaşırtan sonuçlar da çıktı. İlk günden devletler karbonla ilgili geri durdular ancak metanla ilgili bir şov yapıldı ve sözler verildi. Fakat hayvan bazlı bir metan emisyonuna dair bir şey duyamadık. Enerji ve teknoloji altında çok tartışıldı. Çin’in temsilcisi örneğin metan hesaplarından emin olamadıklarını, doğru bir ölçümleme yapamadıklarını söyledi. Bu nedenle gerçek bir söz verecek durumda olmadıklarını ekledi. Bu lobicilere bir alan açıyorsa, belki böyle bir etki olmuştur. Çok görünür olduklarını düşünmüyorum.

FAO, gıda sistemlerinin dönüştürülmesine ilişkin bir yol haritasının ilk bölümünü yayımladı. Burada da 2030 yılına kadar besi hayvanlarından kaynaklanan metan emisyonlarının %25 oranında azaltılması, gıda israfının yarıya indirilmesi ve balıkçılığın sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesi gibi öneriler yer alıyor. Çalışmaya karşı temel eleştiri ise 2050’ye kadar küresel seragazlarını net sıfıra indirmenin yol haritasını belirlemekten geri durması. Siz ne düşünüyorsunuz?

Açıkçası bu yıl yaşadığım en büyük hayal kırıklığı 1,5 derece ile ilgiliydi. COP’ta olan herkes 1,5 derece hedefine dair bir umutsuzluk yaşadı. Bu, kanıksanmış durumda. COP’un açılış konuşmasında Sultan Al Jaber 1,5 derece için “Kuzey Yıldızı” atfında bulundu.

Daha sonra çok da kullanıldı bu. COP’larda genelde büyük laflar edilir ama çok anlamı olduğunu düşünmüyorum. Bu anlamda da FAO’nun daha gerçekçi yaklaştığını düşünebiliriz. En nihayetinde gıda ve tüketim alışkanlıkları gibi noktalarda iş bireylere kalıyor. Devletlerin yönlendirmesi, sistemin kendisi çok önemli ancak yine de konu beslenme olunca insanlara “Daha fazla et yemeyin çünkü çok emisyon salıyor” gibi bir söylemle gelebilecek durumda değiliz. Ancak yine de FAO’ya dair bahsettiğiniz eleştiriye katılıyorum. Ya onlar da ümitsizler ve gerçekçi olmayan bir şey sunmak istememiş olabilirler ya da gelecekte bununla ilgili bir yorum gelebilir.

Genel olarak devletlere bir şey yapmalarını söylediğinizde, başka örneklere bakmasını bekliyorsunuz. Bunun ne demek olduğu bazen tam olarak fikir vermeyebilir. Tam da bu nedenle böyle yol haritaları basit başlıklarla ne yapılması gerektiği ile ilgili fikirler verebiliyor. Bence bu anlamda çok başarılı. Deklarasyonda bahsedilenlerin çok daha kapsamlı hali

FAO raporunda var. Genel bir çerçeve çiziyor. Ancak dediğim gibi rapor biraz gerçekçi. Biraz daha idealist ve yönlendirici olabilirdi. Özellikle et ve süt endüstrisinin bu kadar rahat konumda olması beni şaşırttı. Bununla ilgili hâlâ daha ciddi atılımların olmaması çok enteresan.

Bitki bazlı inovasyonlarla ilgili yatırımlar ve bunlarla ilgili dönüşümler önemli. Beni endişelendiren tarafı ise kültürel direnç. Örneğin Afrika’da bazı yerlerde insanlar yemek pişirirken karbon bazlı malzemeler kullanıyorlar. Oraya pişirme için elektrikli eşyalar gidiyor ancak tadını beğenmedikleri için kullanmıyorlar. Basit örnekler gibi geliyor ancak etten çıkışla ilgili kültürel bir dirençle karşılaşacağımızı düşünüyorum. Bunu küçümseyemeyiz.

Bilim insanları, fosil yakıtlardan aşamalı çıkışın doğayı korumadan iklim bozulmasını önleyemeyeceğini söylüyor. Burada Amazon veya benzer nitelikte ormanların korunmasından bahsediliyor. Arazi tahribatında akla enerji, altyapı ve turizm gibi nedenlerle beraber tarım da geliyor. Bu görüşe katılıyor musunuz?

Kesinlikle katılıyorum. İklim değişikliği tartışmaları sadece iklimle ilgili değil. Kapsamlı bir çevresel korumadan bahsediyoruz. Ekosistem bazlı bir bakışımız yoksa çözebileceğimiz bir sorun olmaktan çıkıyor. Arazi kullanımı iklim değişikliğinin en zor alanlarından biri. Enerji dönüşümü için lityuma ihtiyacımız varsa, o lityum hangi madenden gelecek? Sürekli doğal kaynaklara dayanma durumumuzu yönetmek zorundayız. Bunu yapmadığımız sürece iklim değişikliğinden kendimizi koruyamayız.

Çevre hukuku felsefesindeki bir tartışmaya da değinmek gerekecektir. Neden korumalıyız? Bizimle ilgili olduğu için mi, yoksa doğayı korumamızın bir sebebi de doğanın kendi başına bir değer olması mı? Ben ekosistem bazlı olan ikinci bakış açısına sahibim. Bu nedenle her şeyi fayda ve zararla ölçmemizin insana ne kadar yararı veya zararı var gibi bir yerden bakmak fikrinden kişisel olarak çok rahatsız oluyorum. Bir ağaç bana faydası olduğu için kıymetli değil, kendi başına da kıymetli. Kirletilen bir araziyi bazı kimyasallardan temizlemek binlerce yıl sürüyor. Aynı şekilde verimli bir tarım arazisinin oluşması da binlerce yıl alıyor. Bazı sorunları teknolojiyle çözemezsiniz. Ekonomi mi çevresel hassasiyet mi noktasında devletler ekonomiyi tercih ediyor. Bunu değiştirmezsek bedeli çok ağır olacaktır.

Bu yazı ekoIQ’nün 109. sayısında “Sürdürülebilir Gıda Sistemlerini Gerçekten Konuştuğumuz Bir COP Geride Kaldı” başlığıyla yer almaktadır. 

About Post Author