İklim

Gezegenin Sağlığı Alarm Veriyor!

İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği Genel Sekreteri Konca Çalkıvik, “Sürdürülebilir tarım uygulamalarının herkesin yeterli ve sağlıklı gıdaya erişimi konusundaki en doğru yol olduğuna inanıyor ve sürdürülebilir ‘tarım ve gıdaya erişim’ odak alanımızdaki çalışmaları bu doğrultuda yürütüyoruz” diyor.

 Yazı: Konca ÇALKIVİK

Yapılan araştırmalar; küresel sıcaklık artışının etkisini pandemi ve doğal afetlerle güçlü bir şekilde hissettirmesinin yanı sıra ödenecek en büyük bedellerden birinin insan sağlıyla ilgili olacağını ortaya koyuyor. İklim değişikliğinde telafisi olmayacak bir aşamaya geldiğimiz bu dönemde güvenli barınma, yeterli gıdaya ve güvenli içme suyuna erişim toplum sağlığında en önemli meselelerin başında geliyor. İklim değişikliğinin sert etkisi de bu alanlarda kendini ağır şekilde göstermeye başladı.

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, 2030-2050 yılları arasında, iklim değişikliğinin neden olduğu yetersiz beslenme, sıtma, ishal ve sıcaklık artışı sonucu her yıl 250,000 kişinin daha hayatını kaybedebileceği belirtiliyor. Tüm dünya pandemi ile mücadeleye odaklanırken küresel ısınma pek çok sağlık tehdidini de beraberinde getiriyor.

İklim Krizinin Çift Yönlü Etkisi

Gıda tedariki konusuna baktığımızda, iklim krizinin çift yönlü bir etkiye sahip olduğunu söyleyebiliriz. Gıda üretim ve tüketiminde fosil yakıtlardan elde edilen enerjinin kullanılması, beslenme tercihleri (Örneğin, kişi başı et tüketimi ve talebinin giderek artması) sera gazı salımını çok ciddi oranda artırırken sera gazı salımının neden olduğu iklim krizi sebepli aşırı hava olayları ve sıcaklık artışları da tarım üzerinde olumsuz etki yaratıyor.

İklim krizinin sonuçlarından bir diğeri de atmosferdeki karbondioksit değerlerindeki artışın gıdaların besin değerleri açısından olumsuz etkileri olması. Bu nedenle nitelikli gıdaya erişim giderek azalıyor.  Küresel ısınma temel besinleri oluşturan tahıllar ve bakliyat üretiminde verimlilik düşüşüne yol açarken sık yaşanan aşırı hava olayları ürünün tarlada tahrip olmasına ve ürün alınamamasına da neden oluyor.

Hayvancılıkta mera ekosistemleri kuraklık, sıcaklık artışı gibi aşırı hava olaylarından etkilenirken hayvanların yine sıcaklık artışı ve su kıtlığı nedeniyle strese girerek ölümlerinin artması, doğurganlığın azalması gibi doğrudan etkileri de hissediliyor. Endüstriyel hayvancılığın ise su ve yemde görülecek kıtlık ve fiyat artışları gibi dolaylı etkilere maruz kalacağı öngörülüyor.

Balıkçılık ve su ürünlerinin, deniz ve su sıcaklıklarındaki artış, okyanus akıntılarında gözlenebilecek değişiklikler, deniz seviyesinin yükselmesi ve buzul erimeleri, tuzluluktaki değişim, okyanus asitlenmesi ve aşırı avlanma gibi etkenlerle deniz ve tatlı su ekosistemlerinde görülmesi beklenen çöküşten olumsuz etkilenme olasılığı çok büyük.

İklim kaynaklı bu risklerin yanı sıra derinleşen eşitsizlik gıdaya erişimde de kendini gösteriyor. SKD Türkiye çatı örgütü WBCSD’nin Mart 2021’de yayımladığı “Vizyon 2050: Dönüşüm Zamanı” başlıklı rapora göre, dünyanın şu anda önündeki üç zorluktan biri eşitsizliklerin büyümesi. Rapora göre, 2020 yılında tüm ülkelerde eşitsizlikler arttı. Dünyada toplam gıda üretimi ihtiyaçtan fazla olmasına karşın 2000 yılından bu yana yıllara göre 800 milyon ila 900 milyon insanın yetersiz beslenmesi, bu konudaki eşitsizliği ortaya koymakta.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO); 2050 yılına kadar dünya nüfusunun %30 daha artacağına ve buna paralel olarak tarımsal üretim ihtiyacının 8,4 milyar tondan 13,5 milyar tona çıkacağına işaret ediyor. Oysa 2050 yılının tarımı; kısıtlı arazi, azalan su ve enerji kaynakları için artan rekabet ve iklim değişikliğinin yaratacağı etkilerin tam ortasında yer alacak. Yine FAO’ya göre tüm dünyada üretilen gıdanın %75’i yalnızca 12 bitki ve beş hayvan türünden oluşuyor. Bu durum gıda sistemlerini iklim krizi gibi tehditlere daha da açık hale getiriyor.

Muhtemel Senaryolar

Dünya Ekonomik Forumu (WEF) tarafından yapılan bir araştırma, 2030 yılına gelindiğinde tarım ve gıda sektörünü etkileyecek bazı muhtemel senaryoları ortaya koyuyor: İlk senaryoya göre 2030 yılına gelindiğinde yalnızca ekonomik yeterliliği olanlar yeterli gıdaya erişebilecek. İkinci senaryoya göre nüfus artışına doğru orantılı olarak kontrolsüz üretim devam edecek ve doğal kaynaklar üzerinde var olan baskı gittikçe artacak ve bu durum kaosun ortaya çıkmasına yol açacak. Üçüncü senaryoya göre tarım ve hayvancılık için güçlü yerel pazarlar kurulacak. Ancak bölgeler kendi aralarında sağlıklı ticaret ilişkisi kurmakta zorlanacak ve nüfusun eşit oranda beslenmesi konusunda sıkıntılar meydana gelecek. Dördüncü senaryo ise gıda atığının azaltılması, verimli tarımsal üretim yöntemlerine gerekli yatırımların yapılması, doğal kaynakların korunması, iklim değişikliği ile mücadele konusunda stratejilerin geliştirilmesi ve Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın önceliğe alınarak “sürdürülebilir tarım”ın geliştirilmesini kapsıyor. Dolayısıyla mevcut gıda üretim sistemlerini sürdürülebilirliği odağa alarak gezegenimizle uyumlu şekilde büyümesini sağlamak ve artan nüfusu yeterli oranda besleyebilmek için yeniden ele almak gerekiyor. Sağlıkta iklim krizi telafisi olmayacak safhadayken dünyanın belli bölgelerinde oluşan açlığı engellemek, nitelikli gıdaya erişim sağlamak için sürdürülebilir gıda ve tarım sistemlerinin uygulanmaya başlanması acil eylem gerektiriyor.

Gıda Kıtlığının Önüne Geçilebilir

Tarım sektörü, iklim değişikliğinde sera gazı emisyonlarının %30’undan, tatlı su kaynaklarının da %70’inin kullanımından sorumlu. Kaynak yoğun tarım uygulamalarının her yıl Zimbabve büyüklüğünde bir alanın yok olmasına sebep olduğu belirtiliyor. Yanlış tarım faaliyetlerinin, ormansızlaşma ve bölgesel su kaynaklarının tüketiminde büyük etkisi var. Mevcut sistemde uygulanan endüstriyel tarım yöntemleri ise toprağın karbonu geri alma kapasitesini düşürüyor. Mevcut yaklaşım ile daha çok verim almak için toprak sentetik nitrojen ve fosfor içerikli gübreler, petrol bazlı agrokimyasallar ve fosil girdilerle yanlış işleniyor ve topraktaki doğal sağlıklı döngü olumsuz etkileniyor. Dolayısıyla tarım alışkanlıklarımızı değiştirerek iklim krizi ile mücadele edebilir, biyoçeşitliliğin gelişimine katkı sağlayabilir ve gıda kıtlığının önüne geçebiliriz.

Sürdürülebilir ve rejeneratif tarım uygulamaları en genel tanımıyla toprak canlılığını ve su döngülerini koruyan, iyileştiren ve bu şekilde sağlıklı, adil bir gıda üretimini sağlayabilen pratikleri içermekte. Bu uygulamaların yaygınlaştırılması ile tarımsal üretimde fosil yakıtların kullanımı azaltılarak yenilenebilir enerji kaynakları ön plana çıkarılır, toprak verimliliği geliştirilir, biyoçeşitlilik korunur, su tasarrufu güçlendirilir ve atık yönetimi yapılır. Sürdürülebilir ve yenileyici tarım ilkeleri ile uyumlu bir gelişimin sağlayacağı pozitif etki, tarımın geleceği, gıda güvenliği ve küresel sağlık açısından birçok sorunun çözülebilmesine imkan sağlayacak ve Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın ilerlemesini hızlandıracaktır. Ayrıca kritik olarak toprağın dünyanın biyokütlesi ve atmosferinin toplamından daha fazla karbon depoladığı göz önüne alındığında hayati derecede önemli bir sonuç olan toprağımızın sağlığını iyileştirmeye yardımcı olabilir. Şirketler, hükümetlerin de desteği ile gıda üretimine yönelik yaklaşımlarını yeniden ele alabilir ve rejeneratif tarım uygulamalarını hayata geçirebilirler. Böylelikle gıda üretimini çevreyi koruyarak gerçekleştirmek mümkün olacaktır.

Sürdürülebilir “Tarım ve Gıdaya Erişim”

SKD Türkiye olarak sürdürülebilir tarım uygulamalarının herkesin yeterli ve sağlıklı gıdaya erişimi konusundaki en doğru yol olduğuna inanıyor ve sürdürülebilir “tarım ve gıdaya erişim” odak alanımızdaki çalışmaları bu doğrultuda yürütüyoruz. Ülkemizde tarımın çevresel, sosyal ve ekonomik boyutlarını sürdürülebilirlik perspektifinden ele alan çalışmalarımızda, sürdürülebilir tarım ilkeleri ile ilgili iyi uygulama örneklerini iş dünyasına sunuyoruz. Ülkemizde toprak sağlığı ve verimliliği uygulamaları, orman eko-sistemlerinin/alanlarının korunması ve iyileştirilmesi, rejeneratif tarım pratiklerinin yaygınlaştırılması için çalışmalarımızı artırıyoruz.

Sürdürülebilir tarım ve gıdaya erişim için su yönetiminin de doğru planlanması gerekiyor. Türkiye’de suyun planlanması ve yönetiminde önemli faktörleri, konuyla ilgili deneyim ve yaklaşımları paylaşıyoruz. Bu kapsamda, ülkemizde iklim krizinin su kaynakları ve tarım üzerindeki etkilerinin analiz edilerek bu konuda bir rapor hazırlanması ve çözüm önerilerinin geliştirilmesi yönünde çalışmalarımızı başlattık.

Toprağı korumadan ve yenilemeden dünyayı beslemenin, küresel ısınmayı 1,5 C’nin altında tutmanın veya biyoçeşitlilik kaybını durdurmanın imkansız olduğunun farkındayız. Bu nedenle önümüzdeki dönemde tarım ve gıda konusunda çalışmalarımızı en verimli ve etkili olacak şekilde geliştireceğiz.

About Post Author