#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
İklim

İklim Kanunu: Araştırmanı Öneririm

İklim Kanunu’na karşı çıkıyor gibi görünen ama aslında iklim krizini inkar eden ve hurafe kaynaklardan bilgilenen(!) insanlar sosyal medyada hashtag’ler oluşturup ürettikleri yanlış içeriklerle öylesine büyük bir bilgi kirliliği yarattılar ki, kendilerini takip etmesem de X ve Instagram’ın algoritmaları günde yüzlercesini bana da göstermiş oldu. Bu hareketin başını çekenlere baktığımda, çoğunun “iklim” ile ilgili hiçbir uzmanlıkları olmadığını gördüm.

Arif ERGİN, Yeşil Ekonomi ve İklim Finansmanı Uzmanı [email protected]

İklim Kanunu’nun mecliste görüşülmeye başlanmasıyla özellikle sosyal medyada organize olan bir grup, kanuna karşı çıkan bir kampanya başlattı. Bir ülkede halkın parlamentoda görüşülen bir kanuna bu kadar müdahil olması aslında demokrasinin bir gereği olarak beni mutlu etti. Ama burada temel problem, itiraz edenlerin neye itiraz ettiklerini bilmemeleriydi. Benim açımdan ikinci problem ise itirazcıların aslında İklim Kanunu’nu bahane ederek iklim krizi gibi bilimsel bir konuyu reddetmeleriydi.

Bilim Susunca Fikir Tartışması Biter, Yerini Kıraathane Atışması Alır

Multidisipliner bir kavram olan iklim değişikliğini ve sürecin bir krize dönüşmekte olduğunu konuyla ilgili tüm bilim dalları somut verilerle ortaya koyuyor. Örneğin, günümüz bilim seviyesiyle atmosferdeki karbonu hesaplayabiliyoruz ve bunu önceki çağlarla karşılaştırabiliyoruz. Veya denizlerdeki, karalardaki ısınmayı ölçebiliyoruz, deniz seviyesinin yükselmesini santim santim hesaplayabiliyoruz. Bugün elimizde, tükenen yer altı su kaynaklarının, kirlenen okyanusların, küçülen orman alanlarının, nesli tükenen hayvanların ve daha nice sistemlerin tümüne dair somut, kesin, tartışmasız veriler var. Medeniyetimize dair bütün veriye hakimiz ve bu veriler ışığında tüm bilimsel göstergeler son derece kesin sonuçlarla bize iklim ve ekosistem koşullarının hızla bozulmakta olduğunu kırmızı alarm seviyesinde sinyallerle bildiriyor. Dünyanın doğal devinimi içinde binlerce yıl sürmesi gereken döngülerin insan etkisiyle elli-yüz yıl içinde yaşandığını matematikle gösterebiliyoruz artık. Peki, nasıl oluyor da insanlar somut bir gerçeği inkar edebiliyorlar?

Bu davranış genellikle aşağıdaki dört kategoriyle tanımlanıyor:

  • Bilim inkarcılığı (science denialism): Bu terim, açık bilimsel kanıtlara rağmen gerçekleri reddetme eğilimini tanımlar. Özellikle iklim değişikliği, aşılar, evrim, dünyanın düz olması ve Covid-19 gibi konularda sıkça karşımıza çıkar.
  • İklim inkarcılığı (climate denialism): İklim krizine özel olarak kullanılan versiyondur. Bu kişiler ya iklim değişikliğinin varlığını ya da insan etkisini reddederler. Kimi zaman “İklim değişiyor ama bu doğal bir süreç” diyerek bilimi çarpıtma yöntemini de kullanırlar.
  • Hakikat sonrası (post-truth): 2016’dan sonra özellikle dünya siyasetinde yaygınlaşan bu kavram, “duyguların ve kişisel inançların, nesnel gerçeklerden daha etkili olduğu” bir toplumsal durumu ifade eder. Bu ortamda bilimsel veriler çoğu zaman “inanç meselesi”ne indirgenir.
  • Bilişsel çarpıtmalar (cognitive biases): Bazı bireyler, mevcut inançlarına uymayan bilgileri bilinçli veya bilinçsiz olarak reddederler. Özellikle “onaylanma yanlılığı” (confirmation bias) veya bir gruba ait olma isteği bu tür tutumlara neden olabilir.
Kanaat Önderleri(!)

Bilimi reddeden bir kitleyle hiçbir şey konuşulamayacağı için, iklim krizini reddeden bu “kanaat önderleriyle” sosyal medya üzerinden diyalog girişimlerim de genellikle hayal kırıklığı ile sonuçlandı.

İklim Kanunu’na karşı çıkıyor gibi görünen ama aslında iklim krizini inkar eden ve hurafe kaynaklardan bilgilenen(!) insanlar sosyal medyada hashtag’ler oluşturup ürettikleri yanlış içeriklerle öylesine büyük bir bilgi kirliliği yarattılar ki, kendilerini takip etmesem de X ve Instagram’ın algoritmaları günde yüzlercesini bana da göstermiş oldu. Bu hareketin başını çekenlere baktığımda, çoğunun “iklim” ile ilgili hiçbir uzmanlıkları olmadığını gördüm. Pek çoğu, iştigal sahalarını tam olarak anlayamadığım ve kendilerine tuhaf unvanlar uyduran bazı sosyal medya fenomenlerinden oluşan kişilerdi. Geçmişlerine baktığınızda gerçekten de yukarıda saydığım dört kategoriyi çağrıştıran bir tutumla Covid-19, aşılar, evrim gibi konularda da benzer şekilde bilim dışı bir tavır sergilediklerini görüyordunuz. Ve ne yazık ki kendilerini takip eden milyonlarca kişiyi kolaylıkla yanlış bilgilendirebiliyorlardı.

Konuyla ilgili farkındalığı sağlayabilmek için, İklim Kanunu’na karşı çıkan kişilere yönelik Instagram hesabımdan paylaştığım ankette, “İklim Kanunu’nu Okudunuz mu?” diye sordum. Yirmi dört saat yayında kalan ve 10.830 kişinin yanıtladığı ankete göre İklim Kanunu’na karşı çıkanların sadece %3’ü kanunu okuduklarını söyledi. %97’si (o da en iyi ihtimalle) kanunu okumamışlar ama kesinlikle karşı çıkıyorlardı. Savundukları tezler ise bir acayipti: “İneğimizi öldürecekler, hepimize yapay et yedirecekler, mülkiyetsiz-cinsiyetsiz-nakitsiz toplum yaratacaklar, tarımı bitirecekler.”

Akabinde birkaç kişiyle doğrudan diyaloğa girdim ve şu soruyu sordum:

“Kanunu okumadığınızı söylediniz, peki tüm bu iddialarınızın dayanağı nedir?”

“Okumamıza gerek yok”, dedi biri, “ne olduğunu biliyoruz!”

Rahmetli Uğur Mumcu’nun cehalet tanımıydı sanırım, bir konu hakkında hiçbir bilgisi olmadan fikir sahibi olma durumu… Bir diğeri sadece soru sorduğum için beni cehaletle suçlayıp “Araştırmanı öneririm,” dedi.

“Siz okudunuz da ne oldu?” diyen biri vardı hele, gerçekten gördüğüm an bana hayatı sorgulattı. Az daha işi gücü bırakıp Ege’de bir köye yerleşme kararı alıyordum, yakın çevrem beni zor durdurdu.

“Filanca kanaat önderi çok güzel özetlemiş, ben özetini okudum” diye yazdı bir diğeri. Özete göre “Kendi toprağımıza maydonos bile ekemeyecekmişiz.”

“Maydanoz olmasın o,” diye düzeltmeye yeltendim, “herkeZ anladı işte, ne fark eder?!?!” diye sinirlendi.

Ertesi gün milyonlarca takipçisi olan “kanaat önderiyle” temas kurup “kendi toprağımıza maydanoz ekemeyeceğimizi” İklim Kanunu’nun hangi maddesinden çıkardığını sordum. Aldığım cevap daha da dehşet vericiydi: “Kanunda öyle bir şey yazmıyor, kabul, ama ileride eklenmeyeceği ne malum?”

Okuyunca yeniden aileme “Her şeyi bırakıp Ege’de bir köye yerleşmek konusunu düşünelim,” dedim ama yine hiçbirini ikna edemedim.

Peki, Kanun Ne Diyor?

Tüm bu cehalet ortamının gölgesinde, aslında bilimsel olarak tartışmamız ve eleştirmemiz gereken bir kanun taslağı metnini doğru düzgün konuşamamış olduk. Elbette her kanunun etkisi, onu nasıl yorumlayıp uyguladığınıza ve uygulamaları nasıl denetlediğinize göre belirlenir. Ama öncelikle belirtmeliyim ki teoride kanuna baktığımda tüm bu olumsuz iddiaların asılsız olduğunu net bir şekilde söyleyebilirim. Kanunun, odağına daha ziyade karbon piyasası, emisyon ticaret sistemi gibi başlıkları alan, iklim değişikliğinden ziyade genelde karbon ticareti özelinde konuyu ele alan, şirketler odaklı bir metin olduğunu görüyorum. Elbette ülkemizin başlıca ürün sattığı pazar Avrupa Birliği (AB) olduğu için, özellikle ihracat yapan firmalarımızın AB’nin şart koştuğu karbon mekanizmasıyla uyumlanabilmesi ve bu süreci en az maliyetle ve en sorunsuz şekilde atlatabilmesi için böyle bir metin yazılmış olmasını anlıyorum. Şirketlerimizin bu uyumlanmaya ve dönüşüme ihtiyacı var. Gerçi şirketler zaten bu karbonsuzlaşma çalışmalarına başlamış durumda, yani kanunun gelmiş olmasıyla hayatlarında ne değişecek bunu da anlayamadım pek. Mesela metnin bu durumunu enine boyuna tartışabilirdik ama bu gürültü ve toz duman arasında konuşamadık bile.

Öte yandan İklim değişikliğinin sosyal boyutları, çevresel boyutları, şirketler dışındaki paydaşların ve insanın iklim değişikliği karşısındaki durumu, iklim adaletinin nasıl sağlanacağı, kapsayıcılık ve eşitlik önündeki engeller, bu engellerin nasıl aşılabileceği gibi pek çok somut problem ve çözümün, “İklim Kanunu” gibi büyük bir isim verdiğimiz bir yasa metninde net bir şekilde yer almasını beklerdim. Bunun yerine genel tabirlerle bu konuların ele alındığını ve genel bir çerçeve çizmekten ibaret kalındığını gördüm. Kanun teklifi Meclis’ten geri çekildiğine göre belki bu vesileyle metinde daha kapsayıcı bir güncelleme yapılabilir.

İyi Haberler

İklim Kanunu okumamış olanlar için ilk iyi haberim şu; kanun geçerse sizi cinsiyetsizleştirmeyecekler (o da ne demekse). Kanunda cinsellikle ilgili hiçbir madde yok. Nakitsiz toplum denen tabirin de İklim Kanunu ile uzaktan yakından ilgisi yok. Zaten dünyada parasal sistemin gidişatı ister istemez dijital paralara evriliyor. Şu an bile hesabınızdaki para kağıt değil, dijital rakamlardan oluşan bir değer. İklim Kanunu’yla tarım da bitmeyecek. Aksine, verimsiz üretim modellerinin terk edilip toprağa, doğaya saygılı, suyu doğru kullanan, enerjiyi verimli kullanan metotlarla tarım yapılmasından bahsediyor kanun. Hani hep şikayet ettiğimiz pahalı, pestisitli meyve-sebzeler var ya, işte o sorunu da ancak böyle kanunlarla aşıp çevreci bir tarımsal üretime geçerek aşabiliriz. Tam da bu yüzden böyle kanunlara, hatta daha iyilerine ihtiyacımız var. İlaveten, İklim Kanunu ile size gerçek et yerine yapay et de yedirmeyecekler. Kanunda böyle bir şey de yok. Bu arada iki yıl önce laboratuvarlarda haftalar süren çalışmalarda deney tüpü büyüklüğünde üretilebilen birkaç gram yapay etin kilogram maliyetinin 325.000 dolar olduğu söyleniyordu. Neyse ki İklim Kanunu’nda “yapay et” diye bir madde de yok, o paraya 1 kilo yapay et almak yerine hâlâ Ege’de bahçeli bir köy evi alınabiliyor. Üstelik size hiçbir kanun karşı çıkmadığı için bahçenize bolca maydanoz da ekebilirsiniz. Bu seçeneği artık siz de bir düşünün derim.

Arif Ergin

Sürdürülebilir Ekonomi ve İklim Değişikliği Uzmanı | Küre